MİSAFİR OLARAK GELDİK
Altın ateşte insan mihnette belli olur.
Geldiğimizde herkes sevinmişti, gittiğimizde de herkes hayırla yad etisin. İnsan olalım, insan kalalım ve insanca yaşayalım.
Güzel bir söz vardır: İnsanlık bir nimettir herkese nasip olmaz. Evet insan olmak, sadece et ve kemikten ibaret olmak değildir. İnsan olmak, yaratılış gayesine uygun hal ve tavır içerisinde olabilmek… keyfiyetiyle kemiyetiyle “İNSAN” olabilmek.
Hz. Mevlana “İnsan olmak bir misafirhaneye benzer. Her sabah gelir yeni biri. Beklenmeyen misafirdir. Bir sevinç, bir hüzün, bir kötülük… Ve bir anlık kendinden geçme hali. Hepsini hoş karşılayın, hoş tutmaya bakın.” Der.
Yani insan iyinin karşısında da insan, kötünün karşısında da insan olmalı. Hz. Mevlana yine o meşhur çağrısında ne diyor? Ne olursan ol yine gel… Bu tezatlar dünyasında iyi kötü, kolay zor tüm duygularımızın bize bizi anlatmak için nasıl da yol gösterdiklerini, kendimize karşı nasıl da anlayışlı davranıp, her yaşadığımız anda kendimizi düzeltmek için nasıl ders almamız gerektiğini. Tek çıkar yol, gerçeği ve onun neden olduğu acıyı kabullenmektir. Hayatın bizden istediği budur; kabullenmek. İşte başta zikrettiğimiz atasözü: Altın ateşte insan mihnette belli olur.
Budur insan olabilmek, her şeye göğüs germek ve her şeyi kabullenip esbabınca hareket edebilmek.
İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler. Der, Montaigne. Dolu olabilmek, dik vakur ama kibirden uzak. İçi başka dışı başka değil. İnsanlığın iki tür ahlakı vardır: Biri sözünü edip uygulamadığımız, yani bildiğimiz ve yapmadığımız doğrular, öteki de uygulayıp sözünü etmediğimiz doğrular & yanlışlar. Yani “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Düsturuna uyamamak. Herkes her şeyde ve her gidişattan şikayetçidir. Herkes, insanlığın kötüye gittiğini kabul eder de, hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. İşte sıkıntı burada.
Bir düşünürün dediği gibi: İnsan sahip olduğu şeylerin değil, şimdiye kadar sahip olamadıklarının ve sahip olabileceklerinin toplamıdır. Yani esas olan akıbettir. Ne diyor atalarımız? “ İnsan, ne oldum dememeli; ne olacağım, demeli.”
İnsan her yerde aynı insandır; bir insanın yaratılışında asalet yoksa kâinatın tacını giyse yine de çıplak kalır. (Montaigne) Yani katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker. Ya da İncir ağacından oklava darı unundan baklava olmaz. Veya “……yi padişah yapmışlar önce kendi babasını asmış.” Atasözlerimiz özü, aslı, asaleti çok güzel ifade etmişler.
Hayat biz planlar yaparken yaşadıklarımızdır.biz çoğu zaman planladıklarımızı değil, planlayamadıklarımızı yaşarız. Sabah uyandığımızda o günün bize neyi getirdiğini, neyi yaşatacağını, hangi şartları getireceğini, karşımıza kimleri çıkacağını bilemeyiz. Bir plan işler ve biz onu yaşarız. Hal böyleyken karşımıza çıkan önemsiz aksaklıklar için harcanan enerjinin, kaybedilen zamanın, akıl dışı davranış ve üzüntülerin insana verdiği zararın telafisi yoktur. Hayatımızın önemli bir bölümünü faydası olmayan ahlarla vahlarla geçiririz.
Bin tasa bir borç ödemez. Yaşananları bir derse, öğüte çevirmek lazım Üzüntü, endişe ve öfke hiç bir işe yaramaz. İnsanın kendini kontrol dışı bırakmadan olanları, gerçeği, kabullenmesi huzuru ve sağlığı getirir.
Üzüntülerinin baskısından kurtulmuş bir insan hayatını üzüntüden uzak ve endişesiz yaşaması halinde yaşamın huzur ve keyfini de yaşamış olacaktır. Misafir olduğumuzu unutmadan, asıl hayatı ve sorumluluklarımızı unutmadan yaşamak bizi daha bir mutlu kılacaktır.
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar. Y. K. Beyatlı
Yıllarca gerçekleşecek umuduyla kurduğumuz hayallerimiz vardır. Hep onların peşinde koşar, bunları terk etmek çok zorlanırız. Bunlarla öylesine bütünleşmişizdir ki, hayal ve hayallerimiz yıkıldıkça yalnızca isyan ederiz. Oysa isyankâr asi biri olmak yerine şu duayı dilimizden düşürmeyelim:
“Allah’ım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme gücü, değiştirmeyeceğim şeyleri kabullenme olgunluğu ver, düşüncelerimi hayra tebdil eyle, iyi olanların da hayırlısını nasip eyle.” duasını.
Uygarlığın, medeniyetin gerçek ölçüsü; ne nüfus çokluğu, ne teknoloji üstünlüğü, ne kentlerin büyüklüğü, ne de üretim bolluğudur. Gerçek ölçü, ülkenin yetiştirdiği insanların nitelikleridir, kalitesidir.
Elin gözündeki çöpü görür, kendi gözündeki merteği görmez. Bu söz maalesef pekçoğumuz için geçerlidir. Ne yazık ki insanlar başkalarının kusurlarını görmek hususunda keskin gözlere sahip kartallara benziyor. Kendi kusurlarını görmekte ise başını kuma gömen deve kuşuna…
Hayatın gerçeklerini soğukkanlılıkla kabullenmek gerekir. Kendini bilen insan, hayatın getirdiklerini kolayca kabul eder. Elbette dünya üzerinde yaşadığımız ve ahiret azığımızı biriktirdiğimiz bir güzergâhtır. Bu gölgelikte kalp kırmadan vakit geçirmeyi, ebedi kalacakmışız gibi hırsa kapılmamayı becerirsek, huzur ve sükun içinde oluruz.
Sonuç olarak; biz insanlar, hepimiz yolcuyuz ve geçici olarak konaklamaktayız, bu dünyada. Bilmediğimiz bir durakta ineceğiz öyleyse, diğer yolcularla iyi geçinmeli, gönülleri hoş tutmalı, Hak ve hakikatten ayrılmamalıyız. Bu sebeple birbirimizi yolcu ve misafir olarak görmekle ve misafire ikram etmekle yükümlüyüz. “Ne verirsen elinle , o gider seninle” diye boşuna söylememişler.
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında. (C.S.T.)
Öldükten sonra yaşamak için önce insanca yaşayalım, sonra ölmez bir eser bırakalım.Hoşça kalın.