Yıl 1877 Aylardan Kasım
Yıl 1877 aylardan kasım. Erzurum Aziziye Tabyası derin uykuda. İki Ermeni köyünden gelen çete gurubu sinsice tabyaya sızıyor. Yataklarında yatan askerlerimiz şehit ediliyor. Ardından Rus kuvvetleri gelip Aziziye Tabyasına yerleşiyor. Minarelerden “Moskof Aziziye’ye girdi.” sesleri duyanların içini yakıyor. Erzurum’un kenar mahallesinde gösterişsiz küçük bir köy evinde 22 yaşında taze bir gelin. Bir gün önce savaş boyundan gelen yaralı ağabeyi kucağında son nefesini veriyor. Minareden kulağına yankılanan ses taze gelinin yüreğini ateş gibi yakıyor.Ağlayan üç aylık bebeğini emzirip uyuttu. Usulca beşiğine bırakırken:“Seni bana Allah verdi. Seni yine Allah’a emanet ediyorum.”Şehit kardeşinin henüz sıcak alnından öptü. Sesi kin ve nefretle gökleri yırtarcasına inletti.”Ant olsun ki; seni yakanı ben de yakacağım.” 22 -23 yaşlarında dünyalar güzeli taze gelin şehit ağabeyi ve beşikteki bebeği bırakıp, kaptığı satırı havada döndüre döndüre yalınayak kadınlı erkekli koşan kalabalığa karışıp, çılgınca Tabyaya doğru koşuyor. Ellerindeki ilkel silahlar ölüm kusan uzay çağının korkunç aletlerine dönüşüyor. Yalınayak cam kırıkları harmanında koşturup acıyı duymayan, ellerinde közler ateşler taşıyan gizil kuvvete sahip yaratıklara dönüştü her biri. Hiç bir acıyı hissetmiyorlardı. Rus askerlerini kurşunlarını elleriyle tutuyorlardı sanki. Ve iki bine yakın düşman öldürülmüş, Aziziye kurtarılmıştır. Nene Hatun üçüncü ordu tarafından kendisine armağan edilen evde gözyaşlarını silerken boğazında bir şeyler düğümleniyordu.
Boynu eğik mi yaşayacağız?
ONBAŞI HALİDE EDİP:Yıl 1919, Mayısın 19 u. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün. Güzel İzmir’in Yunan askeri tarafından işgaline karşı çıkmak için Türk Ocakları İstanbul’da büyük bir miting yapıyor. Beş konuşmacıdan ikisi kadın ve Halide Edip konuşmacılardan biri. Yer Fatih Meydanı, yetmiş seksen bin kişilik bir kalabalık. Türk Bayrakları ve siyah tüllerle kaplı kürsüye tekbir sesleri arasında genç bir kadın çıkıyor. Kararlı, iri gözlü ufak tefek Türk kadını beyaz tenli Halide Edip o gün karalar giymiş: “Bu gün en kara günümüzü yaşıyoruz. Ama sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç karanlığı yırtacağız. Ümit dolu ışık dolu bir sabah yaratacağız.”Bir gün sonra. 20 Mayıs 1919. Doğanlılar Meydanı. Asri Türk Kadın Birliği adına genç bir bayan heyecan ve coşkuyla dalgalanan kalabalığa adeta kükrüyor:“İşte hayatı ruhu Türk olan İzmir’i bu gün Yunanlılar aldılar. Yarın İstanbul’u da isteyecekler. Sesiz boynu eğik mi yaşayacağız? Buna isyan ediyor ve hayır diyorum. Ve biz kadınlar en öndeyiz.” Üç gün sonra.22 Mayıs 1919. Yer Kadıköy Belediyesi önü. Cengâver bir Türk kadını mitingde yirmi bin kişiye sesleniyor: “Heyecanımız kanlarımız söndürülse bile göğsümüz var. Orada düşman korkusuz yaşayamaz. İzmirsiz Anadolu ruhsuz ceset gibidir.” Dört gün sonra.23 Mayıs 1919. Yer Sultanahmet. Yüz bin kişi birbirine kenetlenmiş. Halide Edip karalar içinde, siyah tüllerle örtülmüş kürsüden haykırıyor: “Kardeşlerim. Evlatlarım. Ben dünyanın öbür ucunda at süren yenilmez Müslüman Türk tarihinin mutsuz kızıyım. Bu gün de dünkü kadar kahraman talihsiz Türk Milletinin anasıyım. Evlatlarım… Öyle bir gün olur da bir daha toparlanamazsak, içimizde ölenler olursa Türkün bağımsızlık bayrağı ile mezarı üzerine geliniz. Benimle birlikte yemin ediniz. Türkün hakkını özgürlüğünü alıncaya kadar hiç bir korku ve hiçbir güçlük önünden kaçmayacağız. Yemin ediniz.” Kalabalıktan sıkılmış yumruklarla vallahi sesleri göklerde uçuşan kuşları dağıtıyor. Ufak tefek, iri gözlü, beyaz tenli kendine güvenli görünüşüyle Halide Edip sert yürüyüşle kürsüden haykırıyor. Konuşmanın etkisiyle yürekleri kabaran kadınlar ağır ağır kürsüye yaklaşıp açılan bohçanın içine paralar dolduruyorlar. Parası olmayanlar bileziklerini yüzüklerini küpelerini çıkarıp bırakıyorlar. İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırmak için kurulan Gizli Karakol örgütünde yer alan Halide Edip, İnönü zaferinden sonra Kızılay aracılığıyla cephede Eskişehir’de asker hastanesinde hasta bakıcı olarak görev yapar. Onbaşı rütbesiyle taarruza katılır. Çavuşluğa kadar yükselir. En çok kendisine Halide Onbaşı diye seslenmelerini seviyor. Kurşun yağmuru altında savaş boylarında yaralılar arasında dolaşan Onbaşı Halide, Mustafa Kemal Paşa’ya 28 Ağustos akşamı gururla yazdığı raporunda şöyle diyor: Düşman savunma korunakları tümüyle ele geçirilmiştir. Korkaklar geride kalsın,Tayyar Rahmiye’yi duydunuz mu? Çukurova’da Osmaniye’den yirmi yaşlarında bir Türk Amazonu daha… Göğsüne geçirdi çapraz fişekliği ve mavzeriyle bölüğünün hep önünde savaşan bir kadın. Ateş gibi savaşan onbaşı Rahmiye : “Ben kadın olduğum halde ayaktayım. Sizler saklanmaktan ve sürünmekten utanmalısınız. Korkaklar geride kalsın. Ben tek başıma saldırıyorum.” En önde atılan Rahmiye’nin bedeni delik deşik olur. Kanlar içinde ruhunu teslim ederken omzuna bağladığı bayrağını hiç bırakmıyordu. İçim burkularak duyumsadığım bu öyküler artık benim resimlerimin konusu olmalıydı. Onları fırçamla boyamla yeniden yorumlayıp, yeniden yaratmalıydım tuvallerimde… Bazen bir resim binlerce cilt kitabın anlatamadığını anlatır.. Ulusal Kurtuluş savaşımızda kanı ile canı ile malı ile bizzat katılmış ve kahramanlık göstermiş Türk Amazonu efe kadınlarımız. Ne yapılırsa yapılsın bu tablolar efe kadınlarımızın hem kahramanlığını hem de estetik yönünü anlatmaya çalışmalıydı. Bu çocuğu okutalım. İlkokulu bitirdiğimde rahmetli babam beni bir berbere çırak olarak vermişti. Şimdi kendimi beyaz önlüklerle Emin Usta’mın tıraş yapan yetenekli ellerine bakarken düşünüyorum. Bir de o günlere yönelik aklıma geliveren, ustamın önlük yaka cebine sokuşturduğu ilk haftalığım, yirmi beş kuruş… Bir gün ilkokul müdürüm Mehmet Balcı’nın tıraş olmak için berber dükkânımıza gelmesiyle yaşantım birden değişti. Onun; “Bu çocuğun resimlerini biz bakanlığa dahi göndermiştik. Çok yeteneklidir. Gel ustam, bu çocuğu birlikte okutalım, ne dersin?” demesi üzerine ustam da önlüğünü çıkarıp ceketini giydi: “Haydi, velisi de bizler olalım, bu çocuğu okutalım” diyerek destek vermesiyle okuma serüvenim başladı. Ustamın ve öğretmenimin kutsal bir görevi yerine getirircesine o içten tavırlarını hâlâ anımsıyorum. Ödemiş Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinden ayrılıp Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’nün Sosyal Bilgiler Bölümü’ne kayıt olmam da güzel ülkemin o anki koşullarıyla açıklanabilir ancak. Boğazım düğümlenerek anımsıyorum o günleri şimdi. Olsun, bunda da bir hayır var. Üç yıllık okulu yine o dönemde yaşanan öğrenci olayları ve siyasal yapı yüzünden ancak altı yılda tamamlayabildim. Balıkesir’de çoğu arkadaşım öğrenci olayları ve boykotlarla ilgilenirken ben Salı Pazarında limon satmaya çalışıyordum. Yine bir gün öğrenciler sokakta topluca kaçışırken gözüm Anafartalar Caddesi’ndeki Güzel Sanatlar Galerisi’nin camına takılıverdi. Öğrenci kavgalarını unutmuş, ellerimi kafamın iki yanında tutarak içerideki tabloları incelemeye çalışıyordum ki bir elin sıcaklığını ensemde hissettim. Bu el, ressam Özdemir Yemenicioğlu’nun eliydi. Kolumdan tutup içeri soktu. İçerde onlarca resmi bulduğumda bambaşka bir dünyaya gelmiş gibiydim. İlk kez bir sanat galerisine giriyordum; ama ne giriş! Diğer arkadaşlarım boykotta, bense galerinin atölyesinde resim çalışıyorum. Galeri müdürü heykeltıraş Necdet Can ve ressam Özdemir Ağabeyin cesaretlendirmeleriyle ilk sergimi 1977’de Balıkesir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde açtım. Mütevazı bir açılış oldu. Davetiye, kokteyl, duyuru, tüm bunları beni destekleyenler yaptı. Sergiyi izleyenlerden biri; “Sanatçı altın kesim kuralını nasıl da bilinçli uygulamış. Resimdeki kadının emekçi ellerini abartılı çizerek emeğin yüceliğini anlatmak istiyor herhalde. Ya renklere ne demeli, leke, espas; doku, tam konsepte uygun.” Bunlar, ilk kez duyduğum sözcüklerdi. Yanlış bir şey yaptım izlenimine kapılarak yüzüm kızarmıştı. Benim bu sanat sözcüklerini ilk kez duyuyor olmam onların daha da ilgisini çekti ve kafamı okşayarak kulağıma söyledikleri övgü dolu sözlerini anımsıyorum. Ertesi günkü gazetelerde hakkımda çıkan yazılar ve özellikle yoksul bir çocuğun dişinden tırnağından artırarak aldığı boyalarla yaptığı resimlerin öyküsünü anlatan makaleleri saklarım hâlâ. Bu gün resimlerimin yurt içi ve yurtdışında birçok koleksiyonda yaşıyor olmasıyla mutlu oluyorum. Bu durum ayrıca sorumluluklarımı da artırıyor. Şimdi Ödemiş’teki resim atölyemde hem resim yapıyor hem de edindiğim deneyimlerimi sanat heveslileriyle paylaşıyorum. Şu anda Türk Dünyası Sanatçılar Birliği Ege Bölge Başkanı olarak Türk sanatını efe Yörük Türkmen kültürünü resimlerimle yurt içinde ve dışında sergilemeye çalışıyorum.