Ne zaman bir zeybek dinlesem, bir gurbet havası dinlesem içim bir tuhaf olur. Hemen duygulanırım. Kendi çaldığım bağlamamın çatlak sesi bile benim içimi burkmuştur. Ödemiş ulusal bağımsızlık savaşımızda ilk örgütlü başkaldırıyı yapan efelerin harman olduğu bir yerdir. Biz burada ağabeyimize efem deriz, babamız bize kızanım der. Bu kültür her şeyimize işlemiştir. Ben efelere zeybeklere başka bir pencereden bakmak istedim. Amacım tuval üstünde boyamla onları renge dönüştürmekti. Bu coğrafyanın insanı olarak buranın kültürünü, burada yaşananları resim sanatıyla nasıl anlatabilirdim? Aynı zamanda tarihçi, öğretmen ve sanatçı sorumluluğumla kurtuluş savaşımızda ilk örgütlü mücadeleyi veren ve ilk kurşunu atan Ödemiş’in çocuğu olarak bunları işlemeyi kendime bir görev saydım. Sadece efelerin mertliği, kahramanlığı yurtseverliği değil, sevdalarını da anlatmaya çalıştım. Onların aşkını, hüznünü, sevincini, kaygısını, mutluluğunu, kahramanlığını anlatmaya çalıştım renklerimle. Son çalışmalarımı efe kadınlarımız üzerinde yoğunlaştırdım. Efe kadınlarımızın öykülerini araştırdıkça çok heyecanlandım. Efe kadınlarımla da umudu, sevdayı, yaşam sevincini ve başkaldırıyı anlatmak istedim. Anadolu kadını ulusal bağımsızlık savaşında gösterdiği olağanüstü kahramanlıklarıyla tüm dünyaya örnek kişilerdir. Yüzlerce isimsiz kadın kahramanlarımızın öyküsünü tablolarımda fırçamla boyamla yorumlamaya çalıştım. Çocuklarımıza ve gençlerimize bu ülkenin yeniden var olmasında, cefakâr Türk kadının yeri ve önemini de anımsatmak istedim. Evet, efeler haksızlığa, baskı ve zulme başkaldıran isyancılardır. Ben onların resimlerini yapıyorum. Ne var ki ben onların efelik ruhunu, haksızlığa başkaldırıyı, isyanı, karşı duruşu, haklıdan haktan yana olmayı kesici ateşleyici silah gibi enstrümanlarla değil, bu duyguları renklerle boyalarla anlatmak istiyorum. Aslında bu biraz daha zor. Zaten Efelik Atatürk ile birlikte sona erdi. Son efe Atatürk değil mi? Artık günümüzde bu anlayış ve efelik kültürü devam ediyor. Bu da silahla değil kalem ile fırça ile söz ile müzik ile şarkı ile türkü ile oyun ile yapılacaktır. Yani efelik sanat ile yaşayacaktır. Biz sadece vazifemizi yaptık. Yaşadığım coğrafya, Bozdağlarıyla, Aydın dağlarıyla, Menderes ovasıyla; Aydın’ı, Kiraz’ı, Beydağ’ı, Ödemiş’i Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda düşmana ilk kurşunu sıkan yiğit efeleri yetiştirdi. Bu coğrafyayı soluyan biri olarak kültürümüzü, yaşananları resimde nasıl anlatabilirdim? Tarihçi bir öğretmen olarak, yaşadığım coğrafyadan tabii ki çok etkilendim. Efeleri -sanatım gereği- daha çok görsel yönden araştırdım. Acaba neden öyle süslü giyiniyorlardı? Niye sıra dışı, hatta aykırı giyiniyorlardı? Süslü fesleri, kısa donları, kuşakları hep ilgimi çekti. Ancak efeler ve zeybekler hep “ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyerek geleneklerini sürdürmüşlerdir. Giyim kuşamıyla olduğu kadar yaşam tarzlarıyla da kendine özgü asil bir duruşları var. Kurtuluş Savaşı’nda, iç isyanların bastırılmasında ve düşmanın yurttan atılmasında çok büyük payları vardır. Kahramanlıklarıyla destanlar yazan, uğruna türküler yakılan bu yiğit insanlar bir o kadar da alçakgönüllüdürler. Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıkları için “Biz sadece vazifemizi yaptık” demişlerdir. Efelerin ve zeybeklerin yurt savunmasındaki yeri, yiğitliği, mertliği ve cesaretinin yanında duygusallığını da resimlerimde anlatmaya çalıştım. Şimdi onlardan günümüze türküleri, oyunları kaldı. O halde artık onları fırçamla boyamla renklere dönüştürmeliydim. İşte efeler ile ilgili çalışmalarımın öyküsü böyle doğdu. Duyguların ressamıyım, Sanatta, kültürde, yaşamın her alanında kadın yoksa orada başarıdan ve estetikten söz edilemez. Adını bu güzel yurt toprağına(Anadolu-anayurt-anavatan) veren kadınımız aslında ulusal kurtuluş savaşımızın da bence görünmeyen önderleridir. Çete Ayşe, Çiftlikli Kübra, Gördesli Makbule, Kara Fatma… Yüzlerce kadın kahramanlarımız var. Ben onları tarihçi gibi belgesel olarak o günkü görünüşlerinin aynısını resmedip o anların belgesellerini yapmıyorum. Onların duygularını, heyecanlarını, yurt savunmasını, bağımsızlık aşkını, içlerindeki efelik ruhunu resmediyorum. Ben bu açıdan kendime duyguların ressamıyım da diyebilirim. Kadın bir obje olarak sanatın her alanında olduğu gibi, ticaretten siyasete, ikili ilişkilerden toplumsal ilişkilere kadar tüm alanlarda kullanılmıştır. Kadın figürü genellikle bu kişilerin elinde bir meta gibi hep üzerinden kazanç elde edilmeye çalışılmıştır. Reklâmlarda kadın, görselliği ve çıplak vücuduyla sömürülmedi mi? Kadın tarih boyunca şaire, yazara, ressama, besteciye, heykelciye sanatın tüm alanlarında baş konu ya da ilham konusu oldu. Çünkü kadın her haliyle estetiktir. Ben de bir sanatçı olarak kadınımızı tabii ki estetik yönden ele aldım ve resimlerimde çoğunlukla işledim. Alımlı Ege kızları ve gelin başlarını çalıştım. Ancak tarihçi yanımla da kadınımızın Bağımsızlık Savaşımızdaki yerini de sorguladım. Türk kadınının bu savaşta erkeğinin yanında değil, çoğu kez önünde olduğunu gördüm. Kadın kahramanlarımızın öykülerini inceledim. Nene Hatundan Yalnız Efeye, Çete Ayşe’ye dek kadınımız bu yönüyle de sanatın konusu olmalıydı. Ah ne kavgalar yaptım tuvallerimle! Her tarafına boya ve terebentin kokuları sinişmiş atölyem, yüreğim gibi dağınık yine… Bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır ya burası da öyle bir yer. Atölyem şimdi kim bilir nerelerde yaşayan resimlerimin sancılı doğumlarına tanık oldu. Ne kavgalar yaptım tuvallerimle… Ve duvarlarına yapışmış onlarca dostumuzun içten sohbetleri, sevdalı şiirleri, şarkıları tozlu resimlerimin çerçevelerinden gülümsüyorlar. Soğuk boyalı demir kapımdan içeri adımlarını attıklarında böylesine büyülü renkli sıcak bir dünyanın içine düşeceklerini bilemiyordu buraya ilk gelen dostlarımız. Yerlerde atılmış bir sürü tamamlanmamış resim veya duvara birbirinin ardına yaslanmış çerçeveli çerçevesiz tuvaller… Yıllar öncesinin anılarının saklandığı eski resimlerime baktığımda boğazım düğümleniyor, içim titriyor. Bazen de bir gülümseme alıyor yüzümde. Çoğu kez de tekrar yaşarım gözlerim kapalı yüreğim cız ederek. Ah, her iki yanında başka bir resim olan yarım kalmış o eski resimlerim… Beni aldınız götürdünüz yine. Her resmimin bir öyküsünü yeniden yaşıyorum onlara baktığımda. Sadece çocuklar değil, yetişkinler de burada yeteneklerini ortaya koyarlar. Çöpten adam bile çizemem diyen nice kişileri cesaretlendirerek, burada yaptıklarına kendileri bile inanamaz. Yani güzellikleri birlikte yaratıp, birlikte paylaştığımız bir yerdir benim atölyem. Resim benim için bir yaşam biçimidir. Resim bir bilgi işi değildir aslında, hatta o da değil yürek işidir, sevda işidir. Ne var ki; iyi bir yapıt oluşturabilmek için sadece çok duyarlı bir yüreğe sahip olmak yetmez. Bir takım bilgi birikimlerine sahip olmak gerekir. Çok okumalı, incelemeli, gözlem yapılmalıdır. Tüm sanatsal kurallar ve kuramlar hakkında fikir sahibi olmak gerekir. Sadece teknik konularda değil toplumsal, sosyal hatta siyasal konularda da birikimli olmak gerekir. Çok şey anlatması gereken insan çok şey de bilmelidir diye düşünüyorum. Ben hep içtenliğe ve samimiyete inanırım. İnsanın duyguları samimi ve içten değilse yaptığı, ürettiği resimler de yapmacık olur. Resim kişiliğin de yansımasıdır. Çizdiğim boyadığım ne varsa, konusu ne olursa olsun aslında ben kendimi çiziyorum. Paletimdeki boyaları, yüreğimde karıştırarak sürerim ben tuvale. Tüm resimlerim yaşadığım, hissettiğim, dokunduğum konu, mekân ve modellerdir.