Kapağın alt etek kısmı dairesel olarak yayvan biçimde yapılmış olup, yüzeyi buna uygun şekilde alttan ve üstten bitkisel süslemeli iki ince şeridin sınırlandırdığı bir yazı kuşağı çepeçevre dolanmaktadır. Kapağın geniş kısmında bu yazı kuşağı bitkisel zemin üzerinde celi sülüs hatla Arapça olarak yazılmış bir kitabeden oluşmaktadır. Kitabede Türkçe olarak “Yüce padişah, ulu hükümdar, milletler yöneten Arap ve Acem sultanlarının sultanı, adaletli, bilgin, Allah için savaşanların babası —memleketleri sürekli olsun— Şah Sultan yani Ebu Sait Bahadır Han’a (bu kap) aziz ve makbul olsun” ibaresi yer almaktadır. Ayrıca bu yazı kuşağında eşit aralıklarla dıştan dairesel içerisi sekiz köşeli yıldız şeklinde altı adet madalyon yerleştirilmiştir. Bu madalyonların içerisine insan figürleri işlenmiştir.
Kapağın konik kubbemsi üst kısmı yatay olarak düzenlenmiş beş yüzeye ayrılmıştır. Etekten sonraki en alt birinci yüzeyi tamamen bitkisel süslemeli bir kompozisyon dolanmaktadır. Burada uçları aşağıda palmet motifleri dizilmiştir. Zeminin tümü ince işlemeli bitki motifleri ile doldurulmuştur. İkinci olarak bitkisel ve geometrik süslemeli ince bir şerit kapağı dolanmaktadır.
Bundan sonraki üç yüzeyin ortasında yazı kuşağı ile bunun alt ve üstündeki zeminin tamamıyla bitkisel süslemelerle doldurulduğu kesimlere içerisine insan figürlerinin işlendiği dörder adet dairesel madalyon yerleştirilmiştir. Daire dışında kalan kısımları da yine gümüş kakma ile yapılmış kuş figürleri, bitkisel süslemeler ve daireler içinde altı kollu çarkıfelek tezyinatı bulunmaktadır. Buradaki insan figürleri bağdaş kurmuş vaziyette, iki eliyle göğsü hizasında ve uçları yukarı doğru bir hilâl tutmuş şekilde tasvir edilmiştir. Bu bağdaş kurup oturmuş adamın elbisesine gümüş üzerine çeşitli desenler işlenmiştir. Figürlerin iki yanı ayrıca bitkisel motiflerle süslen¬miştir.
Bu üç yüzeyin ortasındaki yazı, altın kakma harflerle ve bitkisel süsleme arasına celi sülüs ile yazılmış olan Arapça bir şiirdir. Bu dört mısralık şiir dört bölüm halinde bir kuşak şeklinde yazılmıştır. Şiirin Türkçesi; “Ey sâki şarap kadehlerini döndür herkese sunduktan sonra bana da ver. Çünkü sabah¬leyin görünen, doğan yıldız belirdi, zuhur etti.
Çırağımız bitti, söndü ise işte ey saki ona bedel şarap kadehi.
Tan yeri attı ve doğuyu aydınlattı, sabah belirdi, karanlıklar yarıldı, ya, sen de ey sâki kadehleri öyle parlat. Benim kederimi yar neşemi, sevincimi izhar et.
Onların ruhlarını mesrur etmek için şarap vermeye çalış. Onların kokuları ruhların rahatıdır. Ey sâki!.”
Kapakta bu üç yüzey arasında dört adet büyük dairesel madalyon daha yer almaktadır. Bunlar tamamıyla figürlü bezemelerden oluşmaktadır.
Birinci madalyon içerisinde ince kıvrık dal ve rumi motiflerin arasında at üzerinde bir süvari figürü tasvir edilmiştir. Süvari sağ eliyle atın dizginlerini, sol eli ile avcı kuş tutmaktadır. Süvari başını çevirmiş ve kuşa bakar durumdadır. Atın yanında ise tazı figürü vardır. Süvarinin yanında ok ve yayları, tazı figürü ile kuş figürünün bir arada betimlenmesi bir av sahnesinin canlandırıldığını düşündürmektedir. İkinci madalyonda da bir süvari figürü betimlenmiştir. Süvarinin yanında ok ve yayları bulunmaktadır. Ayrıca atın ayaklan arasında ağzı açık bir tazı vardır. Üçüncü madalyonda yine at üzerinde süvari figürü betimlenmiştir. Atın ve süvarinin yüzü kapalıdır. Dördüncü madalyonda at üzerinde ok atan süvari figürü ile atın yanında tavşan figürü tasvir edilmiştir.
Kapağın üstündeki tutamağın kuyruğu kopmuş bir horoz heykeli biçiminde olduğu görülmektedir. Horozun ayaklarının oturduğu silindirik kaidenin üzerinde birbirini takip eden altı adet kaz figürü yer almaktadır. Horozun vücudu, kanatlan, başı bakır üzerine gümüş kakma ile süslenmiş ve çok güzel bir şekilde canlandırılmıştır. Göz çukurları mevcut olup, yapıldığı zamanlar bu göz çukurlarına birer mercan veya kırmızı yakut konmuş olduğu düşünülebilir.
Burada görülen horoz ve kaz figürleri ile diğer kuş figürleri Mevlana Hazretlerinin Mesnevisindeki tefsiriyle Kuranı Kerimde Bakara Suresi 260. Ayeti hatırlatıyor. Ayette mealen İbrâhim “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi. Rabbi “Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir” buyurdu.
Mesnevi’nin 5. Cildinin başlarında ayet şöyle tefsir edilir. “ “Dört kuş al, onları yanına topla” ayetinin tefsiri” Ey idraki güneşe benzeyen, sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kuşu öldür! Çünkü bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır. Tene ait dört huy, Halil’in kuşlarına benzer. Onları kesmek cana yol açar. Ey Halil, iyiden kötüden kurtulmak için kes onların başlarını da ayaklar setten kurtulsun. Kül, sensin, hepsi de senin cüzülerindir. Çöz ayaklarını, onların ayakları senin ayakların demektir. Alem, senin yüzünden ruhların uçtuğu, toplandığı bir yer haline gelir; bir atlı, yüzlerce orduya dayanç olur. Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci kuştur. Halkın ebedi olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun başlarını kes. Sonra da onları bir başka çeşit dirilt de artık onlardan bir zarar gelmesin. Dört yol kesen manevi kuş, halkın gönlünü yurt edinmiştir. Bütün gönüllere emir olursan, ey kişi, bu zamanda Tanrı halifesi sensin. Bu dört diri kuşun kes başlarını da ebedi olmayan halkı ebedileştir! Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe. Kuzgunun dileği, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavuşmaktır, bunu umar durur. Hırs kazı, kuru yaş ne bulursa yere gömer. Bir an bile kursağı durmaz Tanrı buyruğundan yalnız “Yeyin” hükmünü duymuştur. Yağmacıya benzer, evini kazar, çabuk çabuk dağarcığını doldurmaya bakar. İyi kötü ne olursa dağarcığına tıkar. İnci tanelerini de oraya tıkıştırır, nohut tanelerini de.” ,
önemli olan nisan yağmurlarının içerisinde biriktirildiği bir kap durumundadır. Günümüzde Nisan Tası dendiği zaman insanların zihninde bir şeylerin canlanmadığını görünce; Mevlana’nın 744. Ölüm yıldönümünün kutlanacağı bu günlerde bu vesileyle bu nadide eser tanıtılmaya gündeme getirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu eseri ilk defa ayrıntılı olarak tanıtan dönemin Konya Müzesi Müdürü M. Zeki Oral’ı rahmet ve şükranla anmak istiyorum.