Reklam
Reklam
Reklam
Ödemiş Kent Gazetesi

MUSTAFA ALİ KASAP

MUSTAFA ALİ KASAP

Efemin boynuna doladığı turkuaz ipek üzerine beyaz ve pembe oya işlemeli acem şalında, sevdiceğinin kokusu sinişmişti. Gümüş işlemeli mor cepkeni ve dağ çiçekleriyle bezenmiş al fesinin ucundan püskülü sağ omzundan aşağı dökülüyor. Efem başını öne eğmiş; ellerini tuttuğu sevdiceğinin su perilerini kıskandıracak güzelliğini, saflığını, temizliğini, güzel gönlünü ve sıcaklığını sol göğsünde duyumsuyordu. Ateş kırmızısı oyalı çemberinin altından görünen ipeksi kara saçları, efe kadınımın dünyalar güzeli yüzünü örtüyor. Göğüs kafeslerinin tam ortasındaki ateşi ikisi de aynı anda duyuyorlar. Islandığında yeşile çalan ela gözlerinden bir tomurcuk yaş oluştu ve pembeleşen yanaklarını ıslatarak süzüldü. Bu, göğsünün sol yanındaki ateşi daha da harlatıyor. Islanmış gözlerinin içinde bin yıldır süren sevdanın ışıltısını gördüler. Hiç konuşmadan gözleriyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Birden dallardan topluca kuş sürüsü havalandı, belli ki onlar dik yamaçlı Bozdağların doruklarındaki mor bulutlara bu sevdayı haykırmaya gittiler.Efe Kadını oyalı al çemberiyle sardığı başını huzur bulduğu efesinin göğsüne yaslıyor. Artık koca evrende ikisinden başka hiç bir canlı yoktu. İçindeki huzur tüm bedenini sarmış; kalplerinin atışlarını kenetledikleri parmak uçlarında duyuyorlardı. Ve saatlerce sarılıyorlar. İki yürek tek bedende kocaman bir sevdanın heykelini yontuyorlar. Gözlerinden süzülen yaşlar yapışan yanaklarında karışırken, birbirlerini daha da sıktılar. Kocaman kalpleri tek bedende minik bir serçenin yüreği gibi titriyordu. Efem ,yüzünde  kadınının kalın etli dudaklarının kavurucu ateşinin ıslaklığını hissetti.Kocaman çağlayanlar boşalıyordu yüreklerine.. Gözlerimi kısarak tuvalime daha dikkatlice bakıyorum. Beynimde oluşan bu görüntüler sanki tuval üzerinde canlanıyor ve dile geliyorlar. Tuvalden dışarı çıkıverecek gibiydiler. Sonra Bozdağların mor dumanlı tepelerine baktılar. Ak bulutların üstünde küçük bir kulübe düşlediler. Hiç konuşmadan kurdukları düşü ikisi de aynı anda görüyordu. Birden göz göze geldiler ve dudaklarına sevecen bir gülümseme belirdi. O anda kekik, mersin, çam ve hayıt çiçeği kokularını duyumsuyorum. Dağ rüzgârlarının salladığı çamların uğultusu da koroya katılıyor. Efem ve kadını nefeslerini tuttular; dağların dumanlı tepelerine daldılar ve ellerini hiç bırakmıyorlardı. Ölesiye sevdalarını haykırdılar dağlara…Koca dağlar bu yüce sevdanın gümbürtüsü ile yankılanıyordu. Kocaman bomboş beyaz tuvalime kısık gözlerimle bakıyorum. Düşümdeki, bir türlü bitmeyen portre tuvalde belirmeye başlıyor. Gözlerimi kapıyorum. Resim artık, salladıkça ortaya çıkan polaroid makinemin fotoğraf kâğıdı gibi yavaş yavaş netleşiyor.Başını hafif yana eğmiş,    göz bebeklerinin yeşile çalan sevdalı rengi içimi titretiyor. Ah kalbim, denizden çıkınca yeşile dönen ela gözleri gibi değişiyor şimdi. Yüreğimin atışlarını parmak uçlarımda hissediyorum.  Büyüdükçe içinde kaybolduğumuz gizemli, başka bir boyutun renkleri oynaşıyor başak rengi saçlarının ardında… Şimdiye dek hiç yaşanmamış beyaz masal bulutları kocaman gülkurusu gökyüzü içinde arkalara doğru gittikçe küçülüyor ve soluklaşıyor. Binlerce gül yaprağı gibi havada savruluyorlar. Hiç konuşmadan çığlık çığlığa sevişen eller bulutların arasından güçlükle seçilebiliyor.  Mesafeler uzadıkça nedense kalbim ona daha çok yaklaşıyor. Cisimler bizden uzaklaştıkça küçülür. Ne var ki uzaklaştıkça büyüyen bir şeyler var içimde. İçime doğru tersten bir perspektif bu…Terleyen avuçlarla, birlikte atan kalplerin ritmik seslerini duyuyorum. Şimdi paletimdeki boyaları düşümdeki yaşamla eritiyorum. Tuvali yanan bedenimden çıkan çıldıran kırmızıyla boyuyorum. İyice incelttiğim boya geniş fırçamın ucundan bembeyaz zemini yakıyor, eritiyor. Kırmızı bir arka plan düşlememiştim oysa. Artık ellerim beni dinlemiyor. Her yer her şey ıslak ve kırmızı…Tüm bedenimi saran ürkek gözleri yerleştiriyorum önce. Nereden bakarsan bak seni takip ediyorlar. Bana bakan benim olan gözler içinde kaybolup gitmek. Ve bin yıllık sevdanın ışıltısını görüyorum ıslak gözlerin elasında…Manet gibi ışıkta titreşen soluk renklerle kucaklaşan görkemli bir genç kız resmini düşlüyorum. Arkadaki renklerin belli belirsiz görünümü beni sarmalamakta…Elinde tuttuğu mavi şallar, umutlarının savrulmasıydı belki de. Lacivertin en zifirisinden turkuazın en durusuna değin mavinin bütün tonlarıyla… Gökyüzüne savrulan kara saçlarının bulutlara dokunması… Yakalanması olanaksız bulunan düşlerin ardından çılgınca koşmak…Rüzgâr, renkleri havada karıştırarak resmimi bütünlüyor. Evet, şarkıyı söyleyen renk mavi. Ona eşlik eden uçuk pembeler ve sıcak turuncular koyuyorum. Renklerin bir noktada akması, zeybek kızımın içindeki duygu karmaşasını ve hüznün dışa yansımasını anlatıyor olmalı. Sert kırmızılarla cinselliğinin baştan çıkarıcı görünümünü de anlatmalıyım: Başı bulutlara değen, gökyüzünün maviliğine karışan saçlar, özgürlüğün ve kendini beğenmişliğin yanında teslim oluşunu da göstermeliydi. Bunları tuvalimin üstünde nasıl görüntüleyeceğim? İşte asıl sorun buradaydı. Bütün ilgiyi kızın yüzünde toplayacağım. Burada en ince ayrıntılara girmeyi tasarlıyorum. Ah, kapalı gözlerinin içindeki o kocaman okyanus dalgalarını nasıl çizeceğim? Bu koyu lacivertler duygularımı salt olarak anlatabilecekler mi?

Evet, oynayan bir zeybek kadın bu. Ama tanıdık bir efe oyunu, bir harmandalı değil oynadığı. Bir semah belki, ya da bir semazen dansı, bir bale, kim bilir?

Tüm bunları mı düşünmüştüm resme başlarken? Sevdayı yakaladığını ve onunla sarmanlaşıp, gökyüzünün maviliğine savrulan bir zeybek kızdı düşlediğim. Resmin içine girdikçe heyecanım çoğaldı. Ellerim beynimden komut almıyordu sanki. Oluşan kocaman lekeler, gizemli yeni öyküler anlatmaya başladı. Duyumsamalarım  doruğa ulaştı…Kısık gözlerle bitmemiş bu resme özenle bakıyorum. O kocaman turkuaz lekeyi tamamlıyorum gözümde. Belindeki vişne çürüğü kuşak, pembeleşerek erirken ateş kırmızısı oyalar içimi yakıyor.Gözlerimi kapayarak içimde bitiriyorum resmi. Ama biliyorum ki, bu resim tamamlandığında belleğimde tasarlanan gibi olmayacak. Ah, onları bir çizebilsem! Ben çoğu zaman gördüklerimin resmini yapmak isterim. Ama tuvalin başına geçince hep düşlerimin resmi  çıkıyor ortaya. Rüzgâr, kıyıdan denizin uğultularını getiriyor. Kumsaldaki insanların seslerine karışarak doluyor odama. Dalgaların kıyıya vurarak oluşturduğu melodiyi de katmalıyım bu resme.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
- 29 Mart 2024
- 19 Mart 2024
- 15 Mart 2024
- 13 Mart 2024
- 7 Mart 2024
- 6 Mart 2024
- 4 Mart 2024
- 26 Şubat 2024
- 21 Şubat 2024
- 19 Şubat 2024
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ