Reklam
Reklam
Reklam
Ödemiş Kent Gazetesi

Mustafa Solak Tarihçi Yazar

Mustafa Solak Tarihçi Yazar

Eğitimin temel amacı, bireyin insan ve doğadan oluşan çevresini, dünyayı inceleyerek, kendisinin, insanlığı anlaması, fikrileri, olayları karşılaştırarak bir çıkarıma varması, kendi düşüncelerini oluşturması, demokratik değerleri içselleştirmiş, milli benliğe sahip vicdanlı bireyler yetiştirmektir. Dahası edebiyat, sanat, müzik gibi alanlarda bireylerin duyularını geliştirmektir. Kısaca kişiyi özgürleştirmektir.

Eğitim, devletin ve toplumun ihtiyaç duyduğu “insan tipini” yetiştirme sürecidir. Eğitim devletten bağımsız olmadığı gibi kültürden de bağımsız değildir. Toplumlar toplumsal kimlik ve kültürlerini eğitim yoluyla yeni nesillere aktarırlar. Toplumun, sanatı, edebiyatı, tarihi geçmişinden bu güne nesi varsa belli bir disiplin altında yeni nesillere aktarılır. Bireylere topluma aidiyet duygusunu, milletleşmeyi pekiştirir. Dolayısıyla eğitim ideolojik araçtır.

Atatürk döneminde eğitim

Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğini yaptığı, dünyada ilk emperyalist işgale karşı verilmiş bir Milli Kurtuluş Savaşı ile ilan ettikleri milli devleti “arasız” devrimle güçlendirmiştir. Atatürk, dünyanın içinde bulunduğu siyasi gerçeği kavrayarak şöyle ifade etmişti:“En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.Çağımız, emperyalizm yani emperyalist devletler ve ezilen milletler çağı idi. Ezen ve ezilen milletler olarak saflaşmış bir dünyada ezilen milletlerin bağımsız yaşamasının zorunlu koşulu milli bir devlete sahip olmaktı. Bu hedefe ulaşmak için eğitimin her alanında oluşturulan programların temelini, yüzyıllardır toplumsal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamayan, sorunlara çözümler üretmeyen hurafelerden, dogmalardan arındıracak olan pozitif bilimler, sanat, milli tarih, milli kültür oluşturdu. Eğitimin milli olması noktasında Atatürk şunu belirtir:“Bir milli terbiye programından söz ederken, yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen tüm etkilerden tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür kastediyorum.”Kurtuluş Savaşımızın sonunda öğretmen, doktor, eczacı, hemşire, sağlık memuru, mühendis, hukukçu, mimar, sanatçı vb meslek insanları hemen hemen kalmamıştır. Dahası, duvarcı, marangoz, demirci, ayakkabıcı, terzi, nalbant, şoför, esnaf neredeyse yoktur. Ordunun ihtiyacı olan şoförü, nalbantı yetiştirmek için özel kurslar açılması zorunluluk olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Paşa kurslarını tamamlayanlara ustalık belgelerini 3 Nisan 1922 günü Konya’da kendi eliyle dağıtmıştır. 6 Mayıs 1920 günü seçilen ilk Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Dr. Rıza Nur bir tek yazmanla çalışmaya başlar. Aynı yılın sonunda bakanlık merkez örgütünde ancak beş daire oluşturulabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne bağlı illerde; 682’si kapalı 3495 ilkokul; bu okullarda 1511 medrese eğitimi almış, diğerleri öğretmen okulu mezunu 3316 ilkokul öğretmeni 12 yıllık, tam dönemli beş sultani (lise), 9 yıllık 32 sultani ve idadi (lise), 13 öğretmen okulu (4 yıllık) öğrenci sayısı 422, 4 kız öğretmen okulu (5 yıllık) öğrenci sayısı 314 bulunuyordu. İsmail Hakkı (Tonguç) ve Faik Reşit (Umat)’in “Muallim Yıllığı” kitabında 10 Mayıs 1920’deki okul durumu böyle gösterilmektedir. Köyler için okullardan söz dahi edilmemektedir.

Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde yargı alanında, dini mahkemelerin yanında laik nitelikte Nizamiye mahkemeleri kurulmuştu. Ceza ve ticaret kanunları, Nizamiye mahkemeleri gibi laik hukuk ve uygulamalar benimsenmeye başlanmakla beraber bir yandan da aile, miras hukuku gibi alanlarda teokratik nitelikli hukuk devam etmekteydi. Farklı yasaları uygulayan farklı mahkemeler ortaya çıktı. Böylece iki farklı dünyaya ait anlayış ve eğitim birarada yaşıyordu.

Mustafa Fazıl Paşa, 1867’de Abdülaziz’e yazdığı mektupta “din ezeli gerçekler arasında durup kalmazsa, yani dünya işlerine karışırsa hepimizi öldürür ve kendi de ölür” diyordu. Dr. Abdullah Cevdet’e göre tekke ve zaviyeler kapatılmalı, muskacılık ve üfürükçülük yasaklanmalı, fes kaldırılmalı, tek kadınla evlenilmeliydi.

1916’da Şeyhülislamlık Hükümetten çıkarılmıştır, şeriat mahkemeleri Şeyhülislamlıktan Adalet Bakanlığına bağlanmıştır. Çağdaşlaşma yönündeki bu düşünceler ve uygulamalar 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla kesin ve köklü sonucuna ulaşacaktı.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
- 30 Kasım 2023
- 22 Kasım 2023
- 17 Kasım 2023
- 15 Kasım 2023
- 27 Ekim 2023
- 25 Ekim 2023
- 18 Ekim 2023
- 3 Ekim 2023
- 18 Eylül 2023
- 8 Eylül 2023
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ