CUMHURİYET, DEĞERİNİ BİLENLERE KUTLU OLSUN!
“Cumhuriyet nedir?” diye soran olursa buna vereceğiniz en güzel yanıt olarak :”Kimsesizlerin kimsesidir.” dersiniz. Yetmedi mi? Sen kul ve köleyken seni vatandaş yapan dersin.
Yetmedi mi?
Sen dilsiz ve kör cahilken seni gözünü açan okuryazar yapandır dersin. Yetmedi mi?
Sen topraksız ve yoksulken sana insan olduğunu hatırlatandır dersin.
Cumhuriyet düşünce özgürlüğüne açılan penceredir. Haktır, hukuktur, adalettir. Kadın haklarıdır, çocuğa duyulan sevgi ve verilen değerdir. Önemli mevkilere gelmek için belki de çoğunun farkında olmadığı kendilerine verilen fırsattır. Nefes almaktır, adam gibi yaşamaktır. Yarındır, gelecektir, umuttur. İyilik ve güzellik adına insan ve toplum çıkarına uyan her ne varsa işte odur Cumhuriyet.
Cumhuriyet’in ne olduğunu daha iyi anlatması için aşağıya bir anı aldım. Sosyal medyada paylaşıldığı biçimiyle aynen paylaşıyorum:
Daha ilkokuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim Amca… O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başlıyordu…
“Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?”
“Zafer, Konya’nın plakası kaç?”
Hepsini yanıtlıyorum.
Yine bir gün soru silsilesinin ardından, o zaman bana çok garip gelen bir soru geldi:
“Zafer, on yumurta kaç yumurta eder?”
Şaşırıyorum.
“O nasıl soru Kerim Amca?”
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. “Bak,” diyor. “Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.”
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
“Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?”
Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır: Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur. 1950 yılının güneşli bir temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş. Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok. Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar. İkisi de başarmıştır. Ancak bilmedikleri bir şey var: Sınav iki gün.
Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı’nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı yürümekte… Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır.
Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
İşte 10 yumurtanın 2 öğretmen ettiğini bu hikâyeden öğrenmiştim.. Babam, öykünün sonunu şöyle bağladı:
Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime ‘Cumhuriyet’ denir.
100. yılına bir kala 99. Yıldönümünü kutladığımız bu büyük ve eşsiz değer, kadrini kıymetini bilen herkese kutlu ve mutlu olsun. Sonsuza kadar da güçlenerek yaşasın.