GÜNDEME DAİR
Okuyucu mektuplarına büyük önem veriyorum.Birçoğumuzun bildiği ama anlatmadığı anlatamadığı sorunları acı da olsa tüm çıplaklığı ile ortaya döküyorlar.Örneğin Hollanda’dan yazan Gülsen Demirli, ‘Hollanda’da ev ya da bina satın aldığınızda, sadece toprak üstünün tapusunu satın alırsınız. Türkiye gibi değil!’ diyor, uzun uzun anlatıyor.Yasemin Güzeltepe bir fotoğraf göndermiş.Altındaki yazıları okumazsanız, sizi geçmiş zamana gönderir.50- 60 yıl öncesinde ya kamyon kasalarında, ya da kamyondan bozma otobüslerle konu komşu Ege sahillerindeki kasabalara deniz banyosuna giderdik.
Soyunma kargı denilen kamışların aralarında ya da kum tepeciklerinin arkasında olurdu.Kumsalda kilim ya da serilen hasırların üzerinde oturulur, denize girilip çıkılırdı.Yine sahilin bazı kesimlerinde kerpiçten yapılmış derme çatma gazinomsu lokantalar olur, servis de kimi yerde çakıl taşlarının, bazı yerlerde kumsalın üzerinde konan, yazlık sinemalarda olduğu gibi tahta sandalye ve masaların üzerine gazete sayfaları serilerek yapılırdı.Sonra gazetelerin yerlerini muşamba masa ve sırayla kumaş masa örtüleri almıştı.Şimdi ise bol yıldızlı lüks oteller aldı.Deniz kıyıları, sahiller işgal edildi, yasalar çiğnendi.
Sözde sahillerde 200 metreye kadar yerler halka açık.Hadi gidin de ‘Ben buradan yararlanacağım!’ diyelim, halinizi görelim.Bunları neden anımsadım ve yazdım:Yasemin Güzeltepe’nin gönderdiği fotoğraftanYa altındaki kısa ve öz bilgide ne var?Yunanadaları;Formül bu kadar basit işte,Çakıl taşları, tahta sandalye, nefis balık (Bugünkü eoruyla bile) ucuz, sıfır gürültü.Bütün kaliteli turistler de bu sükunet ve basitliğe geliyor.Türkiye ise granit kaplı ‘balıkçılarında’ bangır müzikle kendi vatandaşlarını kazıklıyor!’ anlayana,Yasemin Hanım, belirttiğim bizim 40-50 yıl öncemizi anımsatmış.
Bodrum Bodrum’, ya da ‘Kuşadası’, Ayvalık- Sarmısaklı plajları, Çeşme deniliyor ya, inanın tüm sahiller böyle idi.Yerleşim yerleri ‘Balıkçı kasabası!’ olarak adlandırılıyordu. Her bir yerin kendine göre bir özelliği vardı, yolları kasaba ile bağlantıları ise dar ova yolu şeklindeydi.
Motorlu araç ise günde bir kez en yakın kasaba ile bağlantı sağlardı. Sabah git, akşam dön…
Hani şimdi kapışılamayan bu sahiller var ya, para etmez ve kıymetsizdi. Bu yüzden aileler, paylaşım yaparken, buraları kız çocuklarına, meyve bahçeleriyle, ürün veren yani para yapan kısımları ise erkek çocuklarına verirlerdi.Yasonrası,Yasemin Hanım, belirttiğim bizim 40-50 yıl öncemizi anımsatmış.
1980’li yıllardan sonra, Turgut Özal’la birlikte Antalya’dan başlayan kıyıları kapatma başladı.
Her gün değerleri arttı.Yani kız çocuklarının yüzleri güldü.Yine anımsatayım:
Türkiye’de Turizmin önemini belirleyen ve anlayan Burhaniye Kaymakamı Özer Türk oldu.
Özer Türk Burhaniye kaymakamı iken bir kooperatif kurdu ve Balıkesir’in en güzel Ege koylarından birinde ‘Aktur’u yaşama geçirdi.Sonra Kuşadası Kaymakamı oldu.Kuşadası’na turist gemilerinin gelmesini sağladı.Kuşadası’nı gören Marmaris de arkasından geldi.
Kuşadası’nda futbol sahasına adı verilen Özer Türk, Muğla valisi olmuştu.Marmaris ile Datça arasında, Datça’ya yakın harika yerde bu kez ‘Akturiki’yi kurdu ve yol üzerinde çam ağaçlarının altında bir de turistler için ‘Kamping’ kurdurdu.Unutmadanbelirteyim.Foça’da ve Kuşadası’nda birer ‘Fransız Tatil Köyleri!’ inşa edildi.Buraları ‘Türkiye’deki çıplaklar kampı!’ olarak da halk arasında adlandırılıyordu.
Kıyı kasabalarında ise Bodrum gibi Ayvalık gibi, Çeşme gibi denizci halk. Önce balıkçılık sonra da komşuluk münasebetleri ile Karşı ada halkı ile gidip gelmeye, sınır alışverişi yapmaya başladılar.
Bunu tekneler sayesinde yapıyorlardı.Kız alıp vermeler de oldu.Kaçıp yerleşmeler de…
Bizim bir zamanlar iki tane büyük yolcu gemimiz vardı. İstanbul’dan Karadeniz ile Ege’ye sefer yapıyorlardı, gerçekten konforlu idiler.Birinin adı anımsadığım kadarıyla ‘Akdeniz’ diğerinin adı da ‘Karadeniz’ idi.Özetle, İskenderun’dan İzmir ve İstanbul aracılığıyla Samsun’a kadar giderlerdi.
Düşünün İzmir’de bile liman yoktu.1950’li yıllarda İzmir körfezine girerken, bir Alman şilebiyle çarpışmıştı.Yazdıkça aklıma bir şeyler geliyor ve bir iki satırla anlatmaya çalışıyorum.Yunan adaları, bizim ve Yunanistan ile karşılaştırmaları, turistlere yapılanları, Marmaris’ten Rodos’a ‘Gemlik Gemisi’ ile bir ay gidip gelmemi ve bize gemimize yapılanları, Avrupa ülkelerindeki sözde deniz ve akarsu ile göller ve su birikintilerinden yararlananları da anlatacaktım ama yazdıklarım kitap olacak şekle döneceğinden burada kesiyorum.
Yunanistan’ın turistik adalarından birinden çekilen sahil fotoğrafı beni ülkemizde çok yıllar geriye götürmüş oldu.Bu anlatımım bazıları tarafından ‘anılar’ olarak değerlendiriliyor.İşte Londra’daki girişimcilerimizden KarcanYayöz, ‘anılar’ı şöyle tanımlıyor.Anılar, hayatın geçici doğasına karşı bir dirençtir. Zaman hızla akıp giderken, anılar birikir ve onları saklarız.
Bu anılar, hayatımızın farklı dönemlerini, önemli olayları ve değerli insanları hatırlamamıza yardımcı olur. Her bir anı, geçmişle bugün arasında bir köprü kurar ve bizi ileriye taşır. Anılar, hayatın gelip geçici olduğunu, ancak yaşanan her anın ne kadar değerli olduğunu her defasında bize hatırlatır.
Anılar, aynı zamanda derslerle doludur. Geçmişte yaşadığımız deneyimler, hatalar ve başarılar, bugünkü kararlarımızı ve geleceğimizi şekillendirir. Anılar, bize öğrenmemiz gereken dersleri sunar ve büyümemizi, olgunlaşmamızı sağlar. Her bir anı, yaşadığımız zorluklardan aldığımız dersleri ve kazandığımız deneyimleri yansıtır.
Televizyon izlerken birilerine bakıp da, ‘Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş!’ diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da işyerinizde bazı görevdeki bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp da ‘Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?’ diye iç geçirdiniz mi?
JustinKruger ve David Dunning adlı iki ABD’li bu hissi çok yaşamış olacak ki, bu iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış: ‘Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.Bunun üzerine bir araştırma başlatılmıştır.