Gelin Ayşe
Şimdi kırlaşmaya başlamış saçlarımla o günleri ve ilk öğrettiğim “Gelin Ayşe” türküsünün melodisini yeniden duydum. İzmir’den Yılmaz İpek’ten getirttiğimiz bağlamalar topluca okula naylon torbalar içine sarılmış olarak topluca geldiğinde nasıl da heyecanla açıp kurra ile onlara dağıtmıştım. Yıllar sonra öğrencilerim telleri kopmuş bu sazları evlerinin en güzel yerlerinde duvarlarında hala asılı olduğunu söylemeleri beni mutlandırıyor.
Beydağ’da verdiğimiz amatörce konserlere aylar öncesinden hazırlanırdık. Bir ders saati akortları eşitlemekle uğraşır, topluca bir güzelliği birlikte yaşamanın tadını hepimiz duyardık. Seyircilerin alkışlarını çocuklarımın tatlı heyecanlarını duyumsadım. Şimdi bakıyorum da kimisi avukat, hemşire, polis, mühendis, doktor; kimisi işadamı, esnaf olmuşlar. Biliyor ve inanıyorum ki içlerindeki sanat sevdasıyla şu anda mesleklerini türkü tadında daha da severek yapıyorlardır. Ne iş yaparsanız yapın içinizde sanat sevdası varsa işleriniz daha verimli ve daha estetik olacaktır. Bir resim çalıştayında tanıştığım Afyon Üniversitesinden Mehmet Mirzat, kulağa hoş gelen Azeri lehçesiyle:”Bir doktorun muayenehanesinde duvarında asılı bir resim yoksa, masasının üzerinde çiçek yoksa o iyi tedavi edemez,sakın ona gitmeyin.” demişti.
Bu sararmış fotoğraf beni nerelere götürdü. Birden oturduğum koltuktan kalktım. Su kabından çıkardığım fırçaların sularını şövale üstündeki yarım resmin üstüne sallayarak tuvali ıslatıyorum. Çabuk çabuk açtığım boya tüplerinden palet üstüne boyalar sıkıyorum. Kırmızı, mavi ve sarı… Çokça beyaz… Gözlerimi kısıp eski boyaları aşağılara akmış yarım tuvale bakıyorum. Bağlama çalan figürleri düşümde tuvale yerleştiriyorum. Kırık küçük turuncu pastelle bağlama çalan çocukların ana hatlarını aceleyle çiziyorum.
Birden gerçek rengi boyalardan kaybolmuş teybimin içine içinde gelin ayşe türküsünün olduğu kaseti koydum. Son sesini açtım, bağlamanın içimi yakan tınısı yüreğimi dağlıyor. Fırçam önce figürün kucağındaki bağlamaya gidiyor. Beyaz ile iyice kırdığım turuncuları bağlamanın kapağına sürerken müziği duyabiliyorum. O gün kalbim hiç susmadı.Damarlarımdaki kan usul usul çekiliyor. Ellerim üşüyor kalbim kavruluyor. Kahrolası bir gurbet türküsü çıldırıyor ve beni kışkırtıyor. Odanın sağır boşluklarına türküler yaktım o gün. Artık kalbim göğsünde durmuyor. Boyalar türkülerini en ateşli kırmızı ile söylüyor. Öndeki turuncuların enerjisi fondaki morumsu maviliklerin silikliğini bastırıyordu.
MENEKŞE GÖLGELER
Bugün çok mutluyum. içim içime sığmıyor. Rahatlığımın verdiği sevinç ürpertisi tüm damarlarımdı dolaşıyor. Ayaklarımı boyalarla dolu masamın üzerine koyuyorum. Koltuğumun arkasını da duvara yaslayarak kısık gözlerle yarım kalmış bir resme bakıyorum. Onunla bütünleşiyorum.Önümde Bademli”de çektiğim eski bir ev fotoğrafı… Derinden etkileniyorum. Fırçalarım elimde yine tuvalimin karşısındayım. Şimdi bütün kaygım kiremitlerden duvara süzülen beyaz ışık, turuncumsu pembe ve uçuk sarılarla oynaşan turkuaz lekeler… Menekşe moru ile kucaklaşan tatlı gül pembelerini içimde duyumsuyorum. Renkleri kirletmemeliyim. Evet, önce gökyüzü. Uçuk turkuaz mavisi, içinde uçuk pembeler ve uzaklara doğru dağların gökyüzünde eriyip gitmesi… Çok uzaklarda beyaz bulut kümeleri… Evin kiremitleri ne kadar da belirgin! Kırmızı, pembe, turuncu kiremitler arasında parlak sarımsı beyaz noktalar..Onlara eşlik eden zayıf turkuaz mavisi saçakların altında koyu menekşe gölgeler…Eski evin duvar boyaları çatlamış.Şimdi can alıcı nokta duvara vuran parlak beyaz sert ışık.Bu tertemiz olmalı.O evde yaşayanların soluğu yüzüme çarpmalı. Gözlerimi kapıyorum. Ağaoğlu ile Balkız… Yüreğimde efelerin sevdalı renkleri.