Eski fotoğrafları izlemek beni hep hüzünlendirmiştir. O karenin içinde olmak ve ya içindekilerle yaşadıklarım… Belki de hiçbir zaman yeniden oluşamayacak anlar. Hele kaybettiklerimi görünce hep boğazımda bir şeyler düğümlemiştir. Ah, renkleri sararmış o eski fotoğraflar…Resimlerini yaparım kaygısıyla çektiğim bu fotoğrafları yeniden karıştırırken, düşlediğim resim ile örtüşecek olanını bulma heyecanı beni sarmalıyor. Masamın üzerinde hazırladığım boyalar ve şövalemin üzerine yerleştirdiğim tuvali bile unuttum. Yıpranmış büyükçe bir naylon torbanın içine doldurduğum bu fotoğrafları kaç kez baktım ve yine yerine doldurdum. Artık yapmayı planladığım resim de belleğimden siliniyor. Küçük bir köylü kızının gözündeki ıslaklık, utangaçlığı ve yoksulluğunun resmi olmalıydı. Ama sevimli dünya güzeli bir çocuk… Elime aldığım her fotoğraf beni başka dünyalara götürdü.Resim yaparken her zaman olmasa da bazen, fotoğraflardan ama kendi çektiklerimden yararlanıyorum. Resim bitince oluşan tablo, kesinlikle o fotoğrafla hiçbir ilgisi olmuyor. Karedeki o an, tuvalimde bambaşka bir şekle dönüşüyor başkalarının gözünde. İzleyenler bu fotoğrafla oluşan bu resmi gördüklerinde ilişkilendiremiyorlar bile.Çektiklerimin resmini yapmayı düşünürken, aslında çekemediklerimin resmini yapıyorum hep. Ellerim beynimin buyruğunda değil yine. Tasarladıklarımın da önüne geçtiler. Resim tamamen bilgi işi değil bence. Öyle uzun uzun kafa işi, teknik işi de değil. Daha çok dizginlenemez bir istek, yoğun bir duygu seli, bir sevda… Yürek işi yani… En güzel resimlerimi ne zaman yaptım biliyor musunuz? Bilgi, teknik, akıl ve kuralları aştıktan ve unuttuktan sonra. Resimlerini izleyen bu konuda bilgili olan kimseler çoğu kez: ”Hayret! Bu rengi ötekisinin yanına hangi cesaretle nasıl koyabildin.
“Gülün Dikeni” resmimi düşlüyorum şimdi. Sadece sapı ve dikenlerini yapmıştım gülün. Kahverengimsi mor bir fon üzerine yaptığım yeşilimsi sarıdikenler hala içimi acıtıyor. Hüznü anlatmaktı herhalde kaygım, moru baskın koyarken. Sevebilmem için uğruna katlanılacak olan gül de yok bu görüntünün içinde, ama insan onu görebiliyor düşünde… Nedense hep kan kırmızısı bir gül düşlüyor bu resmime bakanlar. O gülü, çerçevenin dışında görebiliyorlar. Ben de öyle mi düşlemiştim. Şu anda bilemiyorum. Belki de sevdanın çilesini anlatmaktı amacım. Ateş ve kan kırmızının en sıcağını koyduğum bu lekelerle izleyenlerin içini dağlatsın istedim.Yeşilimsi sarı leke ile yanıcı ateş kırmızısı iki leke yan yana… Bunları kurgulamış mıydım resme başlarken?
”Ya da“ Filan kuralı burada nasılda bilinçli uygulamışsın.”Aslında benim uyguladığım öyle tasarlanmış bir kural yok. Açıkça söylemem gerekiyorsa bunlar o an kendiliğinden oluyor.Ama şunu da kesinlikle unutmamak gerekiyor. Tüm teknik ekolleri, renkleri, formları resimle ilgili ne varsa bilmek gerekir. Çünkü hiç bir şey bilmeyenin, o an resmi yaparken unutabileceği, kendiliğinden ve kendine özgü koyabileceği bir şeyi olamaz. Belki de bu, benim daha önce bildiklerimi unutmam değil, onları aşarak kendi söylemimi bulmaktır. Bunun için çok okumalı, izlemeli, gözlem yapmalı, tüm ustaları özümsemelidir. İşte o zaman küçük bir çocuğun gözlemlerinden bile yararlanılabilir. Ürettiğim yapıtlar başkalarını mutlu ettiği zaman mutlu oluyorum. İçimde duyumsadığım güzellikler, resimlerimle izleyenlere geçtiğinde çok mutlanıyorum. Her yere, her şeye resim gözüyle bakıyorum. Şu an karşısında, sesini duyduğum sabah içine girdiğim yüzdüğüm deniz, benim için sadece paletime sıktığım bir renk şimdi, sadece maviden ibaret bir boya… Kurşuni silik koyu mavi ince dalgalar, denizin arkalarına doğru gittikçe küçülüyor ve silikleşiyor. Suyun üstünde parıldayan küçük binlerce güneş ışıltısı cıvıl cıvıl oynaşıyorlar. Tüm bunlar fırçamın ucu ile kondurduğum beyaz noktalardan ibaret. Resimsiz bir yaşam düşünemiyorum.Bir deniz de olsa çizdiğim, anlatmak istediğim o anki görüntü değil. Suyun sesini, havanın sıcaklığını, kuşların sesini, hatta kendi nefesimi de sokmalıyım içine…Uçuk turuncu üstündeki pembe sarı ve yeşilimsi lekeler, geniş turkuaz tablo içinde dağılmışlar. Silik bir ufuk çizgisi… Deniz, gökyüzünün içinde kaybolmuş.Karşıdaki salıncakta sallanan küçük çocuktan başka hareket yok. Sahildeki güneşlenen onlarca insanları uçuk sarı hasır şemsiyelerin altındaki hareketsiz morumsu lacivert lekeler şeklinde görüyorum.Duruluğu, sessizliği ve temizliği anlatmalıyım bunlarla.Yaşadığım çağın kirliliğini, sevgisizliği, bencilliği kocaman beyaz bir fırça darbesiyle örtüp; umudu, sevdayı, yaşam sevincini anlatabilecek miyim?Bu resmi izleyen çocuklar yaz aşklarının ıslak anılarını yaşayabilmeli yeniden.Çok uzaklara çizdiğim silik beyaz bir yelkenli, resmin dışına çıkıverecek gibi duruyor. Arkasında bıraktığı köpükleri, parmağımın ucuna aldığım yoğun beyaz boyayı usulca sağa doğru bastırıp yaydırarak gösteriyorum.Ah, kendi çizdiğim bu beyaz yelkenliye binip sessizce kaçmalı şimdi…Çocukken küçük resim defterlerine çizdiğim gemi resimlerine binip masal ülkelerine kaçmayı düşlemişimdir. Kavgaların olmadığı, haksızlıkların ve sevgisizliklerin yaşayamadığı masal ülkelerine…