Arka planda geniş lekeler halinde sürdüğüm bakıra çalan turuncuların sıcaklığını yer yer morlarla soğutuyorum. Yukarılara doğru menekşemsi lacivertlerle gecenin soğuk derinliğini de anlatmalıyım. Uçuk sarımsı beyaz dokunuşlarla titreyen yıldızları göstereceğim. Bu tabloda kadın efemin nefes alıp verişini, yüreğinin yakıcı soluğunu duymanızı istiyorum. Öyle bir efe kadın olmalı ki; oyun meydanında ağır adımlarla göklere bakarak dolaştıktan sonra, toprağı çatlatırcasına vurduğu dizinin yerde bıraktığı sarsıntıyı da hissettirmeliyim. Al yanakları, akşamın son güneş ışığı ile parlıyor. Hem güzel, hem asil, hem de mağrur olmalı. Gözlerimi kapıyorum. Ağaoğlu ile Balkız… Yüreğimde efelerin sevdalı renkleri.
Karşımdaki kocaman bembeyaz boş tuvale bakıyorum. Orada, düşlediğim resmi görüyorum. Masmavi bir deniz. Kıyıya yakın bir yerde denizin içinden sivrilerek çıkmış kayalar. Mor ve vişneçürüğü taşlara beyaz dalgalar nasıl da vuruyor.
Balık tuttuğum sakin deniz değil bu. Kayalar azgın dalgalarla nasıl da boğuşuyor. Sular kocaman tokadını vurduktan sonra sessizce geri çekiliyorlar. Kim bilir kaç bin yıldır sürüyor bu savaş burada.
Ah, bu oyaları işleyen kınalı parmakların sevdasını nasıl hissettireceğim şimdi? Oyalı başlığının altından göklere savrulan saçlarını morumsu lacivertle boyuyorum. Dünyalar güzeli başını yana çevirmiş. Kapalı gözlerinin üstünde eflatun gölgeler koyuyorum. Ayın şavkı pembeleşen burnuna ve al yanaklarına düşmüş. Boynuna doladığı acem şalını mora çalan kırmızılarla göstereceğim. Saçlarının mavimsi gölgeleri gömleğinin üstünde dalgalanıyor. Yüreğimin paletinde karıştırdığım renkleri denizin suyu ile temizliyorum. Kayaların üstünde dans eden bu kadın, kazandığı zaferi kutlayacak.
Tam da düşündüğüm buydu resme başlarken. Heyecanım bir kat daha arttı. İçimde dağların gümbürtüsünü duyuyorum. Sağ dizini toprağa vurduğunda yankısı yıldızlardan duyulmalı. Havada daireler çizen kollarıyla gecenin koynuna saklanmış yıldızları yakalayacak sanki. Nefti yeşil cepkenini yer yer turkuaz ışıltılarla parlatıyorum. Omzundan aşağı düşen kanatlarının kontur çizgilerini kırmızımsı turuncularla yakacağım. Ellerim beni dinlemiyor. Hızlı çalışıyorum.
Fırçam önce figürün kucağındaki bağlamaya gidiyor. Beyaz ile iyice kırdığım turuncuları bağlamanın kapağına sürerken müziği duyabiliyorum. O gün kalbim hiç susmadı…
Damarlarımdaki kan usul usul çekiliyor. Ellerim üşüyor kalbim kavruluyor. Kahrolası bir gurbet türküsü çıldırıyor ve beni kışkırtıyor. Odanın sağır boşluklarına türküler yaktım o gün. Artık kalbim göğsünde durmuyor. Boyalar türkülerini en ateşli kırmızı ile söylüyor. Öndeki turuncuların enerjisi fondaki morumsu maviliklerin silikliğini bastırıyordu.
Bugün çok mutluyum. içim içime sığmıyor. Rahatlığımın verdiği sevinç ürpertisi tüm damarlarımda dolaşıyor. Ayaklarımı boyalarla dolu masamın üzerine koyuyorum. Koltuğumun arkasını da duvara yaslayarak kısık gözlerle yarım kalmış bir resme bakıyorum. Onunla bütünleşiyorum.
Önümde Bademli’de çektiğim eski bir ev fotoğrafı… Derinden etkileniyorum. Fırçalarım elimde yine tuvalimin karşısındayım. Şimdi bütün kaygım kiremitlerden duvara süzülen beyaz ışık, turuncumsu pembe ve uçuk sarılarla oynaşan turkuaz lekeler… Menekşe moru ile kucaklaşan tatlı gül pembelerini içimde duyumsuyorum. Renkleri kirletmemeliyim. Evet, önce gökyüzü. Uçuk turkuaz mavisi, içinde uçuk pembeler ve uzaklara doğru dağların gökyüzünde eriyip gitmesi… Çok uzaklarda beyaz bulut kümeleri… Evin kiremitleri ne kadar da belirgin! Kırmızı, pembe, turuncu kiremitler arasında parlak sarımsı beyaz noktalar. Onlara eşlik eden zayıf turkuaz mavisi saçakların altında koyu menekşe gölgeler… Eski evin duvar boyaları çatlamış. Şimdi can alıcı nokta duvara vuran parlak beyaz sert ışık. Bu tertemiz olmalı. O evde yaşayanların soluğu yüzüme çarpmalı.
Bir resim çalıştayında tanıştığım Afyon Üniversitesinden Mehmet Mirzat, kulağa hoş gelen Azeri lehçesiyle:”Bir doktorun muayenehanesinin duvarında asılı bir resim yoksa, masasının üzerinde çiçek yoksa o iyi tedavi edemez, sakın ona gitmeyin.” demişti.
Bu sararmış fotoğraf beni nerelere götürdü. Birden oturduğum koltuktan kalktım. Su kabından çıkardığım fırçaların sularını şövale üstündeki yarım resmin üstüne sallayarak tuvali ıslatıyorum. Çabuk çabuk açtığım boya tüplerinden palet üstüne boyalar sıkıyorum. Kırmızı, mavi ve sarı… Çokça beyaz… Gözlerimi kısıp eski boyaları aşağılara akmış yarım tuvale bakıyorum. Bağlama çalan figürleri düşümde tuvale yerleştiriyorum. Kırık küçük turuncu pastelle bağlama çalan çocukların ana hatlarını aceleyle çiziyorum.
Birden gerçek rengi boyalardan kaybolmuş teybime içine içinde gelin ayşe türküsünün olduğu kaseti koydum. Son sesini açtım, bağlamanın içimi yakan tınısı yüreğimi dağlıyor.
Şimdi kırlaşmaya başlamış saçlarımla o günleri ve ilk öğrettiğim “Gelin Ayşe” türküsünün melodisini yeniden duydum. İzmir’den Yılmaz İpek’ten getirttiğimiz bağlamalar topluca okula naylon torbalar içine sarılmış olarak topluca geldiğinde nasıl da heyecanla açıp kurra ile onlara dağıtmıştım. Yıllar sonra öğrencilerim telleri kopmuş bu sazları evlerinin en güzel yerlerinde duvarlarında hala asılı olduğunu söylemeleri beni mutlandırıyor.
Beydağ’da verdiğimiz amatörce konserlere aylar öncesinden hazırlanırdık. Bir ders saati akortları eşitlemekle uğraşır, topluca bir güzelliği birlikte yaşamanın tadını hepimiz duyardık. Seyircilerin alkışlarını çocuklarımın tatlı heyecanlarını duyumsadım. Şimdi bakıyorum da kimisi avukat, hemşire, polis, mühendis, doktor; kimisi işadamı, esnaf olmuşlar. Biliyor ve inanıyorum ki içlerindeki sanat sevdasıyla şu anda mesleklerini türkü tadında daha da severek yapıyorlardır. Ne iş yaparsanız yapın içinizde sanat sevdası varsa işleriniz daha verimli ve daha estetik olacaktır
Denizin durgun olduğu zamanlarda üzerinde sevdalı martıları barındıran bu kayalar, şimdi dalgalarla boğuşurken benim genç bir efe kadınımı ağırlayacak.
Artık deniz, dalgalar ve kayaların binlerce yıldır süren bu korosuna benim zeybeğim de eşlik edecek.Uğruna çok canlar verdiğimiz ve o şehitleri koynunda saklayan toprağın kutsal ışıltısını hissettirebilmeliyim. Kızarmış ten rengine karıştırdığım fosforlu boyaları artık avucumun içiyle ovalayarak tuvale sürüyorum. Sanki elimle okşuyorum bu yerleri. Al fesinin üstüne doladığı yavuklusunun çemberindeki iğne oyalarını tek tek gösteriyorum.Pembe,beyaz,turuncu,sarı oyalar ayın ışığıyla daha net görünmeli. Gök mavisi oyalarda iyice ayrıntılara gireceğim.