Evet, efeler haksızlığa, baskı ve zulme başkaldıran isyancılardır. Ben onların resimlerini yapıyorum. Ne var ki ben onların efelik ruhunu, haksızlığa başkaldırıyı, isyanı, karşı duruşu, haklıdan haktan yana olmayı kesici ateşleyici silah gibi enstrümanlarla değil, bu duyguları renklerle boyalarla anlatmak istiyorum. Aslında bu biraz daha zor. Zaten Efelik Atatürk ile birlikte sona erdi. Son efe Atatürk değil mi? Artık günümüzde bu anlayış ve efelik kültürü devam ediyor. Bu da silahla değil kalem ile fırça ile söz ile müzik ile şarkı ile türkü ile oyun ile yapılacaktır. Yani efelik sanat ile yaşayacaktır.Yaşadığım coğrafya, Bozdağlarıyla, Aydın dağlarıyla, Menderes ovasıyla; Aydın’ı, Kiraz’ı, Beydağ’ı, Ödemiş’i Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda düşmana ilk kurşunu sıkan yiğit efeleri yetiştirdi. Bu coğrafyayı soluyan biri olarak kültürümüzü, yaşananları resimde nasıl anlatabilirdim? Tarihçi bir öğretmen olarak, yaşadığım coğrafyadan tabii ki çok etkilendim.Efeleri -sanatım gereği- daha çok görsel yönden araştırdım. Acaba neden öyle süslü giyiniyorlardı? Niye sıra dışı, hatta aykırı giyiniyorlardı? Süslü fesleri, kısa donları, kuşakları hep ilgimi çekti. Ancak efeler ve zeybekler hep “ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyerek geleneklerini sürdürmüşlerdir. Giyim kuşamıyla olduğu kadar yaşam tarzlarıyla da kendine özgü asil bir duruşları var. Kurtuluş Savaşı’nda, iç isyanların bastırılmasında ve düşmanın yurttan atılmasında çok büyük payları vardır. Kahramanlıklarıyla destanlar yazan, uğruna türküler yakılan bu yiğit insanlar bir o kadar da alçakgönüllüdürler. Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıkları için “Biz sadece vazifemizi yaptık” demişlerdir. Efelerin ve zeybeklerin yurt savunmasındaki yeri, yiğitliği, mertliği ve cesaretinin yanında duygusallığını da resimlerimde anlatmaya çalıştım. Şimdi onlardan günümüze türküleri, oyunları kaldı. O halde artık onları fırçamla boyamla renklere dönüştürmeliydim. İşte efeler ile ilgili çalışmalarımın öyküsü böyle doğdu
Ne zaman bir zeybek dinlesem, bir gurbet havası dinlesem içim bir tuhaf olur. Hemen duygulanırım. Kendi çaldığım bağlamamın çatlak sesi bile benim içimi burkmuştur. Ödemiş ulusal bağımsızlık savaşımızda ilk örgütlü başkaldırıyı yapan efelerin harman olduğu bir yerdir. Biz burada ağabeyimize efem deriz, babamız bize kızanım der. Bu kültür her şeyimize işlemiştir. Ben efelere zeybeklere başka bir pencereden bakmak istedim. Amacım tuval üstünde boyamla onları renge dönüştürmekti. Bu coğrafyanın insanı olarak buranın kültürünü, burada yaşananları resim sanatıyla nasıl anlatabilirdim?
Aynı zamanda tarihçi, öğretmen ve sanatçı sorumluluğumla kurtuluş savaşımızda ilk örgütlü mücadeleyi veren ve ilk kurşunu atan Ödemiş’in çocuğu olarak bunları işlemeyi kendime bir görev saydım. Sadece efelerin mertliği, kahramanlığı yurtseverliği değil, sevdalarını da anlatmaya çalıştım. Onların aşkını, hüznünü, sevincini, kaygısını, mutluluğunu, kahramanlığını anlatmaya çalıştım renklerimle.
Son çalışmalarımı efe kadınlarımız üzerinde yoğunlaştırdım. Efe kadınlarımızın öykülerini araştırdıkça çok heyecanlandım. Efe kadınlarımla da umudu, sevdayı, yaşam sevincini ve başkaldırıyı anlatmak istedim. Anadolu kadını ulusal bağımsızlık savaşında gösterdiği olağanüstü kahramanlıklarıyla tüm dünyaya örnek kişilerdir. Yüzlerce isimsiz kadın kahramanlarımızın öyküsünü tablolarımda fırçamla boyamla yorumlamaya çalıştım. Çocuklarımıza ve gençlerimize bu ülkenin yeniden var olmasında, cefakâr Türk kadının yeri ve önemini de anımsatmak istedim.
Bu sararmış fotoğraf beni nerelere götürdü. Birden oturduğum koltuktan kalktım. Su kabından çıkardığım fırçaların sularını şövale üstündeki yarım resmin üstüne sallayarak tuvali ıslatıyorum. Çabuk çabuk açtığım boya tüplerinden palet üstüne boyalar sıkıyorum. Kırmızı, mavi ve sarı… Çokça beyaz… Gözlerimi kısıp eski boyaları aşağılara akmış yarım tuvale bakıyorum. Bağlama çalan figürleri düşümde tuvale yerleştiriyorum. Kırık küçük turuncu pastelle bağlama çalan çocukların ana hatlarını aceleyle çiziyorum.
Birden gerçek rengi boyalardan kaybolmuş teybime içine içinde gelin ayşe türküsünün olduğu kaseti koydum. Son sesini açtım, bağlamanın içimi yakan tınısı yüreğimi dağlıyor.
Fırçam önce figürün kucağındaki bağlamaya gidiyor. Beyaz ile iyice kırdığım turuncuları bağlamanın kapağına sürerken müziği duyabiliyorum. O gün kalbim hiç susmadı…
Damarlarımdaki kan usul usul çekiliyor. Ellerim üşüyor kalbim kavruluyor. Kahrolası bir gurbet türküsü çıldırıyor ve beni kışkırtıyor. Odanın sağır boşluklarına türküler yaktım o gün. Artık kalbim göğsünde durmuyor. Boyalar türkülerini en ateşli kırmızı ile söylüyor. Öndeki turuncuların enerjisi fondaki morumsu maviliklerin silikliğini bastırıyordu.
Bugün çok mutluyum. içim içime sığmıyor. Rahatlığımın verdiği sevinç ürpertisi tüm damarlarımda dolaşıyor. Ayaklarımı boyalarla dolu masamın üzerine koyuyorum. Koltuğumun arkasını da duvara yaslayarak kısık gözlerle yarım kalmış bir resme bakıyorum. Onunla bütünleşiyorum.
Önümde Bademli’de çektiğim eski bir ev fotoğrafı… Derinden etkileniyorum. Fırçalarım elimde yine tuvalimin karşısındayım. Şimdi bütün kaygım kiremitlerden duvara süzülen beyaz ışık, turuncumsu pembe ve uçuk sarılarla oynaşan turkuaz lekeler… Menekşe moru ile kucaklaşan tatlı gül pembelerini içimde duyumsuyorum. Renkleri kirletmemeliyim. Evet, önce gökyüzü. Uçuk turkuaz mavisi, içinde uçuk pembeler ve uzaklara doğru dağların gökyüzünde eriyip gitmesi… Çok uzaklarda beyaz bulut kümeleri… Evin kiremitleri ne kadar da belirgin! Kırmızı, pembe, turuncu kiremitler arasında parlak sarımsı beyaz noktalar. Onlara eşlik eden zayıf turkuaz mavisi saçakların altında koyu menekşe gölgeler… Eski evin duvar boyaları çatlamış. Şimdi can alıcı nokta duvara vuran parlak beyaz sert ışık. Bu tertemiz olmalı. O evde yaşayanların soluğu yüzüme çarpmalı.
Gözlerimi kapıyorum. Ağaoğlu ile Balkız… Yüreğimde efelerin sevdalı renkleri.
Karşımdaki kocaman bembeyaz boş tuvale bakıyorum. Orada, düşlediğim resmi görüyorum. Masmavi bir deniz. Kıyıya yakın bir yerde denizin içinden sivrilerek çıkmış kayalar. Mor ve vişneçürüğü taşlara beyaz dalgalar nasıl da vuruyor.
Balık tuttuğum sakin deniz değil bu. Kayalar azgın dalgalarla nasıl da boğuşuyor. Sular kocaman tokadını vurduktan sonra sessizce geri çekiliyorlar. Kim bilir kaç bin yıldır sürüyor bu savaş burada.