Usta Gazeteci, yeni ‘Demokrat İzmir’in yöneticisi Ender Coşkun anımsattı.Söylediklerinekatılıyorum.Belirttiğinegöre,‘Halk bitkin politika yorgun!’
‘Televizyonlarda her şeyi bildiklerini sanıp ahkâm kesenlerin programları da izlenmiyor, siyasi yazılar da artık eskisi gibi okunmuyor. İzmir’den tanıdığım yine usta gazeteci Remzi Yıldırım şimdi yine önemli bir adım atmış Muzaffer İzgü’nün doğduğu Adana’da,Gazetecilik Rotası; Haberciliktir!’ diyen Remzi Yıldırım, yakın arkadaşı dostu Hüseyin Ergün ile ‘Ege Özgür Haber’i çıkarmak için Adana’da yelken açtılar.Özgür habercilik, gerçek habercilikle mümkün’ diyen Remzi Yıldırım her ne kadar gazetelerinin adına ‘Ege’ adını koysalar da, ‘Ege Özgür Haber’ de öncelik, yayın hayatına başlayacağı Adana ve Çukurova olacak.Tabii ki Egelilere de seslenilecek.‘Madem öyle, işte böyle!’ diyerek ben de, Muzaffer İzgü’nün her satırı bir mesaj ve bilgi yüklü anlatımlarından yararlanarak kendisini kendisine anlattırayım.Muzafferİzgü kendini anlatıyor.Babam bir ev yapmış bize, tahta parçalarından,Adana’ya yapılan ilk gecekonduydu. Ondan önce gecekondu bilinmiyordu.
Dam çinkoydu, babam eskiciden almış, üstünü çamurla sıvamış, tek oda,Yatak odası, yemek odası, oturma odası, misafir odası, mutfak, hatta banyo, hepsi o oda,Annem bizi leğende yıkardı, kendileri de aynı leğende yıkanırdı, hiç unutmuyorum, annem bir kova su getirir, bir de maşrapa, ben leğene otururdum, annem su dökerdi kafama, bütün içtenliğimle söylüyorum, havlu yoktu, annem eski fanilaları birbirine dikip bi şey yapmıştı, onunla bizi kurutur, köşeye oturturtu.Ben de anımsatayım.Yaşı ileride olanların neredeyse tamamı ya Muzaffer İzgü gibi, çocukken ya leğende, ya da hela kıyısında, ya da taşlıkta anneleri tarafından, başlarından kovadan alınan bir maşrapa su ile yıkanır, kirden ve sabundan arındırılırdı.‘Yer yatağına, yere sıralanır yatardık, en başa babam, yanına annem, yanına ablam, yanına öteki ablam, yanına ağabeyim, en uca ben, üç kişiye bir yorgan düşerdi.Tekir vardı, kedimiz, kim çok üşüyorsa, annem Tekir’i onun üzerine koyardı, Tekir ısıtırdı sabaha kadar.Gece yarısı yağmur yağarsa, tıp tıp tıp, yağmur damlası tam da benim burnumu bulurdu.Şubatta odun kömür biterdi bizde,
Ama, hepimiz birbirimizi çok severdik, annem babamı çok sever, babam annemi çok sever, kardeşler birbirini çok severdi, böyle bir evden çıktım ben.’
‘BABAM OKULDA HADEME!
Annem çamaşıra giderdi, onun bunun çamaşırına,Önüne dağ gibi çamaşır yığarlardı, karşılığı bir lira,Deterjan yok o zamanlar, küllü su vardı, küllü su elini parçalardı, akşam bir lirayla mutlu mutlu gelirdi. O yoksulluk içinde annemin üç çeşit yemeği vardı, etli bulgur, otlu bulgur, sütlü bulgur…
Etli bulgur dediğim, et yok, annem ekmeğin kabuğunu kuyruk yağında kızartırdı, bulgur içine dizerdi.Alllahhh, oldu sana etli bulgur, çatır çutur yerdik.Seyhan’ın kıyısından ebegümeci toplardım, otlu bulgur olurdu…
Sütlü bulgur ise, aslında ayranlı bulgur, paramız bir kase yoğurda yeterdi, bir kase yoğurda bolca suyu karıştır, o ayranı yedi insanın yiyeceği bulgura karıştır, güya sütlü bulgur…
Ama dedim ya,sevgi öylesine çoktu ki evde, sevgi karnımızı doyuruyordu.’
ATATÜRK ve CUMHURİYET TUTKUNLARI
‘Annem de babam da Atatürk ve Cumhuriyet tutkunu insanlardı. 29 Ekim 1933.Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyet’in 10.yılı,Gündüz resmigeçit olurdu, Atatürk Parkı’nın orada yapılırdı.
Annem gündüz törene gidiyor, izliyor, alkışlıyor. Annem okuma yazma bilmezdi, ama, nasıl bir Cumhuriyetçi kadındı.Gece fener alayı var.Annemilla,‘Ben fener alayına gideceğim’ diyor…
Bana dokuz aylık hamile,Babamyalvarıyor.‘Yahu hanım gündüz gittin, karnın burnunda, orada sancın filan tutmasın?’ diyor. Annem dinlemiyor.‘Yok ben gideceğim!’ diyor. Babam ne desin;
‘Peki!’ diyor.Karşı komşumuz Nazmiye hanım teyze var. Onunla birlikte gidiyorlar.
YOL GÖSTEREN POLİS
Adana Saathane’nin orası, mahşeri kalabalık, Yağ Cami’nin oradan bando çala çala geliyor.
Annemin sancısı başlıyor! Nazmiye Hanım teyze polise koşuyor.‘Çok kalabalık çıkamıyoruz!’ diyor.
Polis çare buluyor.‘Bandonun arkasına takılın, ilk boşluktan çıkın!’ diyor. Önde bando, arkasında annem, karnında ben, arkamızda fener alayı…
Eve geliyor, doğuyorum.
Bando mızıka takımı, ‘Çıktık açık alınla!’ dedikçe, ben de annemin karnından çıkmak için bağırıp duruyormuşum..Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde Onuncu Yıl Marşı eşliğinde doğuyorum, var mı daha büyük mutluluk?’
ATATÜRK , ‘ÇOK ÇALIŞACAĞIZ ARKADAŞLAR!’
‘Beş yaşındayım. Babam o zamanlar Saathane’nin oralarda bir kahvede garson olarak çalışıyor.
Patronuna‘Yarın Atatürk gelecek, çocuklarımı götüreceğim, büyük insanı yakından görsünler’ diyor.
Patron itiraz ediyor.‘Sen gidersen, çayı kim taşıyacak?’ diyor.
Babam,‘İstersen işime son ver, ben yarın çocuklarımı Atatürk’e götüreceğim’ diyor.
Ertesi gün, annemin elinde bir kara torba, babamın elinde bir testi, yola düştük, Atatürk istasyon alanına gelecekmiş.Kürsünün 20 metre kadar uzağındayız, yer tutmak için erken gittik, kara torbada zeytin ekmek, karnımızı doyurduk, testiden suyumuzu içtik.Bir gürültü bir ses,Atatürkgeldi!.Herkes ayağa kalktı, ben de kalktım.Ama nerede göreceğim, boyum yetmiyor…
Alkışlar..Atatürk çok yaşa!…’ sesleri, babam beni omzuna oturttu, ben de alkışlıyorum aklım sıra, az daha arkam üstü düşüyordum.Babam son anda yakaladı, o sırada gördüm o güzel insanı, bir heyecanlandım.Bak baba Atatürk baba’ filan diye bağırıyorum.Atatürk’ün son sözleri hâlâ aklımda;
‘Çok çalışacağız arkadaşlar’ lafını hiç unutmuyorum.Belki de ömrüm boyunca bu denli çalışmamın sebebi budur.Çok çalışacağız arkadaşlar’ dedi, beynime kazındı.Kürsüden indi, gitti…
‘BENİ GÖRMEYE GELMİŞ!..’
Yıl,1938’di.Babam hem sevinçliydi, hem üzgündü,Hasta hasta Adana’ya geldi!’ demişti.
‘Niye baba?’ diye sordum.Seni görmeye geldi oğlum!’ dedi.Ben bir şiştim, bir sevindim…
Çocuk aklı işte, Atatürk beni görmeye gelmiş,İşte; böyle bir ana babadan, öyle bir evden çıktı, Muzaffer İzgü.Atatürk öldüğünde, biz dört arkadaşım, elektrik direğinin dibinde ağlamaya başladık. Ağlıyorum ama, neye ağladığımı bilmiyorum tabii..Atatürk ölmüş’ dediler, ağlamaya başladılar.Ben de ağladım, gözyaşlarımızı bir havuza toplar gibi ağladık arkadaşlarımla…’
Koştum sonra, eve gittim. Anne Atatürk ölmüş!’ dedim, ağlıyordu annem,Nuri amca diye bir akrabamız vardı, yakınlarda götürüp toprağa koymuştuk.Nuri amca gibi mi oldu?’ dedim.
Annem‘He oğlum!’ dedi.Benim bir gidişim var arkadaşlarımın yanına, nasıl ağlıyorum. Yüreklerimizdeki, Atatürk ölmez çünkü, o beynimde öyle bir insan.
Işıklar içinde yatsın, büyük insanım o benim. Belirtildiğinegöre,Muzafferİzgü, Muzaffer İzgü’yü böyle anlatıyordu, sorduklarında…
MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ
Mübarek adamdı.Onuncu Yıl Marşı’yla geldi. Zafer Bayramı’yla veda etti. Eğilmeden, bükülmeden, biat etmeden, Nasıl başladıysa, öyle bitirdi..Mustafa Kemal’in askeriydi.
Henüz ilkokul sıralarımda tanıştığım, zihin dünyamızın şekillenmesini sağlayan, yolumuzu aydınlatan meşaleydi. Zorluklar karşısında, hayata gülümseyerek bakmamızı sağlayan; ‘Kindarnesil’ olmak yerine, ‘İNSAN nesil’ kalmayı öğretti bize,Değerli öğretmenim, güle güle…
Ülkeyi yönettiğini zannedenler, eğer bir kitabınızı bile okumuş olsalardı, bugün çok başka olurdu Türkiye,Nurlar içinde uyusun.Mekanı cennet olsun…