İslam tarihinin seyri içerisinde her dönem ayrı ve dikkat çeken eserleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kudüs’teki İslami yapılar üzerinde taşıdığı üslup ve estetik özellikleri ile yapıldıkları dönemin farklılıklarını da açıkça belli etmektedir. Buradaki eserlerde tatbik edilen Emevilerin mozaik süslemeleri, Eyyubi ve Memlüklerin taş tezyinatı ile Osmanlıların çini süslemeleri bunu ortaya koymaktadır. Bunlar yapılırken bazen siyasi gücün en üst noktada sanat ve mimari eserleriyle temsil edildikleri gözlemlenmektedir. Emevi Halifesi Abdülmelik, Kudüs Fatihi Eyyubi Hükümdarı Selahaddin Eyyubi, Memluklü Sultanı Kayıtbay ve Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman gibi. Tevhidi ve semavi dinlerin en son temsilcisi olan İslam dini,; içerisindeki Kâbe yani Mescid-i Haram ile Mekke, Ppeygamberimiz’in (as) hicret ettiği içerisinde Mescid-i Nebevi’yi barındıran Medine ve Mescid-i Aksa ile Kudüs kutsal şehir ve belde kabul edilmiş ihya ve inşa faaliyetleri ile her dönemde önemsendikleri gösterilmiştir.
Bu çalışmada Kudüs’te İslam sanatları açısından her dönemde öne çıkan yapılarla bunların üslup ve sanat özellikleri ile estetik yapısı vurgulanacaktır. Şüphesiz Kudüs ve Mescid-i Aksa birçok açıdan ele alınmış ve incelenmiş olup, bunlar yerli ve yabancı yayınlarda konu olarak işlenmiş ve yayınlanmıştır. Emevi döneminden Osmanlı dönemi sonuna kadar toplam 190 civarında İslami dönemlere ait yapı tespit edilmiş olup, bunlardan sanat eseri olma özellikleri taşıyan örnekler üzerinden değerlendirme yapılacaktır.Kudüs’teki İslam sanat eserleri, taşıdıkları üslup ve estetik özellikleri ile yapıldıkları dönemin güzelliklerini açıkça ifade etmektedir. Buradaki eserlerde kullanılan malzeme ve üslup İslam kimliği ile birleşerek, sanat ve mimariyi en üst noktaya taşımıştır. Böylece tevhidin son temsilcisi olan Müslümanlar, Mekke ve Medine gibi, Kudüs’ü kutsal belde kabul ederek, şehri ihya ve inşa faaliyetleri ile önemsedikleri göstermişlerdir. Ancak bütün olarak bu faaliyetleri ele aldığımızda ihtişamdan tevazuya uzanan bir süreç olduğunu görmekteyiz. Halife Abdülmelik, Kubbetü’s-SahraKubbetü’s-sahra’yıTtapınakDdağı üzerine Süleyman Mabedi’nin ihtişamını aratmayacak şekilde yaptırırken, Sultan Süleyman Kudüs sokaklarına tevazu göstergesi olarak, kendi adına çeşmeler yaptırmıştı.
Şüphesiz Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa’nın tanınması ve bilinmesi; sanat ve mimari ile din arasında ilişki kurulmasını kolaylaştıracaktır. Bu İslam dini açısından da geçerli olan bir durumdur. Yani İslam medeniyetinin bıraktığı izler, Kudüs’te İslam mimari ve sanatının takip edilebilmesini sağladığı gibi, anlaşılmasına da yardımcı olmaktadır. Ancak bunu bizim anlamamız biraz daha zaman alacak gibi gözükmektedir. Yeterince üzerinde düşünmediğimiz ve araştırmalarımızı sağlıklı yürütemediğimiz için, İslam coğrafyasının birçok yerinde olduğu gibi, Kudüs’le ilgili de sıkıntılarımız bitmeyecektir.
Osmanlı döneminin sonuna kadar, aradaki Haçlı hâkimiyeti dışında Kudüs, kesintisiz olarak İslam devletleri ve hanedanlarının yönetiminde kalmıştır. İslam sanatı Kudüs’te Suriye’de kurulmuş olan Emevilerle birlikte, görünür olmaya başlamış ve İslam mimarisinin ilk anıtsal yapıları buraya inşa edilmişlerdir. Bunu takip eden Abbasi, Fatimi dönemleri ile Haçlılardan alınmasından sonra Eyyubi, Memluklü ve Osmanlı dönemlerinde de Kudüs ve Mescid-i Aksa’da yapılaşma devam etmiştir.İslam tarihi ve medeniyeti açısından Kudüs’ün anlaşılması, dini olduğu kadar sanat ve mimari bakımdan iyi bir biçimde ortaya konmasına bağlıdır.
Kuşkusuz Kudüs’ün İslam’la tanışması ve irtibatlandırılması hem ilk kıble olması, hem de Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Miraç mucizesiyle gerçekleştirilirmiştir. Miraç hadisesinden önce Beytü’l-Makdis olarak bilinmesine rağmen, Kuran-ı Kerim’de burasının Mescid-i Aksa olarak ifade edilmesiyle birlikte, İslami bir anlam kazanmıştır. Yahudi tarihinde Jerusalem olan şehrin ismi de İslamiyet’ten sonra, el-Kuds veya Kuds-i Şerif olarak adlandırılmaya başlamıştır. Hz. Ömer’in (ra) Kudüs’e giderek, 638 yılında Hristiyanlardan bizzat şehri alması, İslam tarihi açısından önemini ortaya koymaktadır.Eski Kudüs şehri, güney doğusunda yer alan Mescid-i Aksa’yı da içine alan, etrafı Osmanlı döneminde surlarla çevrilmiş olup, içerisi Müslüman mahallesi, Hristiyan mahallesi, Ermeni mahallesi ve Yahudi mahallesi olmak üzere dört kesime ayrılmıştır. Bunlara ait mabetlerle her din ve inancın en üst düzeyde temsil edilmesi sağlanmıştır. Hz. Süleyman mabedinin ve onu takip eden Herod tarafından yenilenen II. Mabed’in de yıkılması ve yok edilmesi sonrasında, Roma tarafından pagan Jüpiter Tapınağı inşa edilen ve bu da terk edilince yıkıntı şeklinde kalan Beytü’l-makdis, İslamiyetten önce Kudüs’ü yeniden şekillendiren Hristiyan Doğu Roma tarafından rağbet edilmemiştir. Bu da Kudüs’ü ziyaret ettiğinde Hz. Ömer tarafından dikkat çekilen, temizliği ve ilk mescidin buraya inşa edilmesi sağlanan Mescid-i Aksa’yıKüdüs’teki İslam mimari sanat eserlerini üzerinde barındıran ve adeta yeniden inşa edilen bir mekân haline getirmiştir.
Kubbeli köşk bölümündeki mihrabın solunda duvar üzerindeki bir diğer kitabeden de Kaçar hanedanlığı döneminde Fethalişah tarafından 1250 (1834) tamir edildiği ve çeşitli yazıların kuşaklar halinde eklendiği anlaşılmaktadır. Yine 1302 (1885) tarihinde Hacı Molla Caferi tarafından minberi yaptırılmıştır. Ayrıca mihrabın sağındaki kitabeden 1945 yılında İmam Arabbağı tarafından camide bir takım onarımların yaptırıldığı anlaşılmaktadır. En son 2000-2001 yıllarında yapı tamamıyla elden geçirilip restore edilmiştir.Mescid-i Cuma, doğu batı yönünde dikdörtgen bir avlunun çevresinde yer alan yapılardan oluşmaktadır. Bu yapılardan avlunun güney doğusundaki kare planlı köşk kısmı caminin en eski çekirdek yapısıdır. Zaman içerisinde bundan gelişen bir külliyeye dönüşmüştür. Külliye şeklinde genişlemesi 18. yy’da gerçekleşmiştir. Bu da köşk tipli kubbeli mescidin batısına enlemesine uzanan üç sahınlı, üzerleri kubbelerle örtülü mekan ilavesi ile bunun batı köşesinden kuzeye doğru uzanan revakların üç yönlü dolanarak, tekrar mescidin önüne kadar uzanmasıyla oluşturulan avlu düzenlemesidir.
Bunlardan ilki üzerindeki kitabeden anlaşılacağı üzere 1184 (1770) tarihinde Afşar beyi Kuli Han tarafından yaptırılan kubbeli bölümün batısındaki 27 kubbeli kısım ile avluyu çevreleyen revaklardır. Bu dönemde cami geniş bir avlunun etrafında şekillenen bir özellik kazanmıştır.
Yapıda ilk kitabe mihrapta yer almaktadır. Bu ilhanlı dönemine denk gelen bir usta ve tarih kitabesidir. Kitabede “AmeluAbdülmü’min bin Şerefşah El-Nakkaş El-Tebrizi” isimli usta adı ile 676 (1277) tarihi yer almaktadır. Bu da mihrabın İlhanlı Hükümdarı Abaka Han zamanında yapıldığını ortaya koymaktadır. Ancak Abaka Han’ın yaptırdığına dair kesin bir bilgi mevcut değildir.Köşk tipli Mescid, bugünkü avlunun güney doğu köşesinde yer almaktadır. Burası kubbeli şebistan olarak da adlandırılmaktadır. Dıştan 14.95 x 14.60 m. ölçülerinde kareye yakın bir alana oturmaktadır. Doğu ve batısında uzanan ince uzun beşik tonoz örtülü mekanlarla caminin ilk yapısıdır. Buraya üç yönden ikişer sivri kemerli açıklıkla girilmektedir. Üzeri mukarnaslı tromplarla geçilen sivri bir kubbeyle örtülmüştür. Kubbe çapı 11.00 m. olup, içten ve dıştan tuğla örgülü olarak yapılmıştır.
Dış cepheler zeminden kubbeye kadar üç bölüme ayrılmış bunlardan ilk iki bölüm gövdeyi, üst kısmı kubbenin oturduğu kasnağı oluşturmaktadır. Kuzey cephe hariç diğer üç cephenin alt kısımlarını çeşitli mekan ve ilave kısımlar kapatmıştır. Kuzey cephede altta sivri kemerli iki açıklık bulunmaktadır. Üst kısmın köşeleri pahlı olup, ortasına birbirine eşit, derin birer eyvan şeklinde sivri kemerli olarak belirginleşen iki pencere girintisi açılmıştır. Bunların ortalarına sivri kemerli daha küçük pencereler yerleştirilmiştir. Diğer üç yönden de bu pencere girintileri ayrı şekilde tekrarlanmıştır. Ancak güney yöndeki bu pencereler mihrabın büyütülmesi nedeniyle kapatılmıştır. Buranın alt kısmına da birbirine eşit tuğladan dört payanda eklenmiştir. Aralarında boşluklara ise sonradan dükkanlar yapılmıştır. Kasnak, dört yönde de aynı olup, iki kademelidir. Alt kısmı köşeleri pahlandırılarak sekizgene dönüştürülmüş ve ortalarına sivri kemerli birer pencere açılmıştır. İkinci kısım onaltıgen şekilde daha dar tutulmuştur. Bunun üzerine kubbe oturtulmuştur. Tüm yüzeyler çıplak tuğla örülmüştür. Sadece bölümler arasında ve kemerlerde tuğlaların değişik dizilmesiyle silmeler oluşturulmuştur.