Reklam
Reklam
Reklam
Ödemiş Kent Gazetesi

MUSTAFA ALİ KASAP

MUSTAFA ALİ KASAP

Al fesinin üstüne doladığı yavuklusunun çemberindeki iğne oyalarını tek tek gösteriyorum.Pembe,beyaz,turuncu,sarı oyalar ayın ışığıyla daha net görünmeli. Gök mavisi oyalarda iyice ayrıntılara gireceğim.

Ah, bu oyaları işleyen kınalı parmakların sevdasını nasıl hissettireceğim şimdi? Oyalı başlığının altından göklere savrulan saçlarını morumsu lacivertle boyuyorum. Dünyalar güzeli başını yana çevirmiş. Kapalı gözlerinin üstünde eflatun gölgeler koyuyorum. Ayın şavkı pembeleşen burnuna ve al yanaklarına düşmüş. Boynuna doladığı acem şalını mora çalan kırmızılarla göstereceğim. Saçlarının mavimsi gölgeleri gömleğinin üstünde dalgalanıyor.

Şimdi paletimdeki boyaları düşümdeki yaşamla eritiyorum. Tuvali yanan bedenimden çıkan çıldıran kırmızıyla boyuyorum. İyice incelttiğim boya geniş fırçamın ucundan bembeyaz zemini yakıyor, eritiyor. Kırmızı bir arka plan düşlememiştim oysa.Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor. Gerginliğim daha da artıyor. Bir an durdum, düşündüm. Her şeyi olduğu gibi bırakıp denize atlamak istiyorum. En doğrusu da bu.Havlu bile almadan yalınayak koşarak gittim denize. Kızgın kumların sıcaklığını umursamadım. Sahildeki hasır şemsiyelerden birinin altındaki tahta şezlonga oturdum. Yüzen, oynayan, koşan insanlar kim bilir neler konuşuyorlardı. Bu sesler kulağıma bir şarkının son notaları gibi yansıdı. Ama tuvallerimdeki figürlerin dansı koşuşan insanların görüntüsünden daha güçlüydü.

Rüzgârın uğultularına karışmış dalgaların sesini duyuyorum. Ayaklarımın yandığını da yavaş yavaş anlıyorum. Birbirini izleyen dalgalar kıyıda usulca yayılıyor. Duru, uçuk, turkuaz dalgalarını dinliyorum. Çok uzaklarda küçücük beyaz bir leke halinde kımıldayan silik tekneye dalarak bakıyorum. Tuvaldeki efe kadından başka bir şey görmüyorum.

Kulağımda hüzünlü bir müzik. İçimdeki kaygıları uzaklara götüren bir martının kanatlarında ben de uzaklara uçuyorum. Koca maviliğin içinde kayboluyoruz.

Sessiz, kocaman, sığ bir göl gibiyim. Hiçbir nesne kıpırdamıyor. Ne var ki, belleğimin tuvalindeki zeybeklerimin dansı sınırsız bir zaman düzlüğünde sürüp gidiyor. Çevreme kabak kemanemden yanık bir gurbet türküsü yayılıyor. Suya düşen küçük bir taşın büyüyen yuvarlak dalgacıkları beni sarmalıyor. Kalbimin vuruşunu parmak uçlarımda dinliyorum. Dalgalar ayaklarımın dibine gelince küçülüp kırılarak kendisini geri çekiyorlar. Tam o anda yüreğim boşalıyor sanıyorum. Bu aldatıcı duygu, yapacağım resmin iç tasarımlarını isli çıralar gibi belleğimin tavanına çiziyor. Tüm kaygılarım lacivert bir leke gibi denizin içine yayılıyor.

Bugün ellerimi uzatsam bulutları yakalayacak gibiyim. İçim coşkulu ve kıpır kıpır. Atölyeden çıkarken her şeyi arabama koyduğumu bir kez daha kontrol ediyorum. Hiç bir şeyi unutmamalıyım. Palet, fırçalar, boyalar, terebentin… Bozdağ’ların eteklerinde Kadın Deresi kıyısında, doğanın içinde resim yapmak üzere yola çıkıyorum.Ah, içimdeki resim bu değil! Cam kavanozdaki terebentin de iyice kirlendi. Gerginliğim giderek artıyor. Beni denizden gelen serinlik bile beni yatıştırmıyor. İçimin sıkıntısı palete, oradan da tuvale yansıyor.

Kostak oynayan zeybek figürünü çizdiğim diğer yarım tuvali şövalemin üstüne koyuyorum. Üzerine yağlı boyalar sürülmüş sayfayı koparıp attım. Islaklığı altına geçmiş olan yeni sayfaya bu kez akrilik boyalar sıkıyorum. Maviler, turuncu, kırmızı ve bolca beyaz… Birbirine karımış yağlı ve akrilik boya tüpleri, fırçalar, çamurlaşmış terebentin kavanozu…

Öncelikle üzeri desenli tenceremin içindeki eski suyu boşaltıyorum. Dibi tortulaşmış boz- bulanık kirli mavi suyu lavaboya döküyorum. Kurumuş fırçaları temiz suyun içinde yumuşatmaya bırakıyorum.Bir ağacın altına malzemelerimi indirdim. Söğüt ağacının yaprakları arasından süzülen sarımsı parlak ışıklar tuvalimin üstünde oynaşıyorlar. Beyaz yüzey üzerinde dalların ışık ve gölgelerinin hareketi beni rahatsız ediyor.

İyice koyu bir gölgeye konumlanmalıyım. Tuvale süreceğim taze boyalar ışıktan parlayıp kendi gerçek renklerinden uzaklaşmamalı. Şövalemin çivili ayaklarını otlarla kaplı nemli toprağa batırıp üçayak üzerinde dengelemeye çalışıyorum. Resim sehpasını hafifçe sallayıp dengede olduğunu ve iyice sabitleştirdiğimi kontrol ettim. Çünkü resme başladığımda boyalı ellerimle kendimden geçip artık tuval ile boyalar ile çetin bir savaş yapacağımdan sehpanın dayanıklı ve sağlam olması gerek.Söylenceye göre üç bin yıl önce (MÖ. 1300) Bozdağ’ın güney yamaçlarında Küçük Menderes (Kaytros Nehri) kıyısında Ana tanrıça Artemis’in emrindeki kırk peri kızından yirmisi tanesi burada yaşamış. Eski Yunanlılar antik çağda burada yaşadığı bilinen, sadece kadın askerlerinden oluşan bu topluluğa Asialar adını vermişler. Batı Anadolu için de Asia adını kullanmışlar.Kendimi ringde maça hazırlık yapan bir dövüşçü gibi hissediyorum. Ah şimdi yanımda havluyu yüzümde sallayarak serinleten biri olmalıydı.Beni buralara getiren neydi? Bozdağ’ın güney yamaçlarından doğan bu küçük Kadın Deresi’nin insana huzur veren çağıltıları beni niçin buralara çağırmıştı.

Tuvali şövaleme yerleştirdim. Gönlümün efe kadınını bu kez yalnız, ama onu hep içimde duyumsayarak çizeceğim. Ağacın dallarında, yapraklar arasına saklanmış kuşlar sanki bu görkemli sevdayı biliyor olacak ki; en güzel şarkılarıyla eşlik ediyorlar. Onlara gülümsüyorum.İçinde akrilik boyalar, çeşit çeşit fırça ve resim gereçleri olan naylon poşeti, küçük kır çiçekleriyle kaplı otların üzerine boşalttım. Beş kiloluk plastik su damacısını maket bıçağı ile keserek ağzı açık bir su kabı oluşturdum. Yaptığım temizleme kabını Kadın Deresinin tertemiz soğuk suyu ile çalkalayıp doldurdum. Fırçalarımı, resmini yapacağım derenin kendi suyu ile yıkamalıyım. Boyalarımı, yüzeyinde binlerce yıl önce burada yaşayan peri kızlarının yeşil dere üzerine yansımalarının düştüğü o esrarlı su ile incelteceğim.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
- 16 Ekim 2024
- 14 Ekim 2024
- 10 Ekim 2024
- 8 Ekim 2024
- 1 Ekim 2024
- 25 Eylül 2024
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ